Bilge romancı Soljenitsin, 'ele geçirerek değil, ele geçirmeyi reddererek' insanlığa ulaşabileceğimizi söylüyordu. Hep daha fazlasına ulaşmak için çabalamak yerine, sahip olma yarışından çekilerek, paylaşarak, vererek.
Zamandan yana sıkışıklık, modern insanın kendisine kurduğu büyük tuzaklardan birisi, daha derin, varoluşsal hastalığın bir habercisi. Tükenmişligin son demlerinde insanlar, kendi mutsuzluklarından kaçmak için daha da hızlanıyorlar.
Organize edilmemiş, rehbersiz, biçimsiz, hayal ürünü oyunlar çocuklara iyi gelir. Oyun, çocuklara bağımsızlık ve kim oldukları duygusunu aşılar. Kendi başına vakit geçirebilmek de bir meziyettir.
İçinde bulunduğumuz çağ, 'şimdi'yi yaşamamıza fırsat vermiyor, her şey gelecek için yapılıyor. Bu durumun bizde yarattığı zorlanma duygusu da bizim ihtiyaçlarımızın çocuklarımızın ihtiyacından önce gelmesine, bu yüzden onları acele ettirmemize neden oluyor.
Zenginler otoyollardan arabalarıyla, gökyüzünden uçaklarla geçer; fukara televizyonda onların yaşadıkları göz kamaştırıcı hayatları izler. Zenginler için fukara görünmezdir, seyrettikleri hız ve yükseklik, dünyayı daha düşük çözünürlükte görmelerine yol açar.
Her gölge, eninde sonunda yine de ışığın çocuğudur ve aydınlıkla karanlığı, savaşla barışı, yükselişle alçalışı yakından tanımış olan kişi, hayatı gerçekten yaşamış sayılır ancak.
Dünyanın aşırı bir nasyonalizmle çığırından çıkarılması ilk savaştan sonra başladı. Yüzyılımızın düşün yana göze çarpan ilk tuhaflığı, yabancı korkusu hastalığını getirmek oldu. Buna yabancıdan nefret etmek, ama hiç değil bir yabancı korkusu diyebiliriz. Her yerde yabancılara karşı bir direnme bir savunma başlamıştı. Yabancılar her yerde safdışı ediliyordu. Bir zamanlar ancak suçlulara uygulanan aşağılayıcı davranışlar şimdi yolculuktan önce, ya da yolculuk sırasında her gezgini bekliyordu.
Avusturya'nın elden gitmesi benim özel varlığımda da değişiklik yaptı. Önceleri önemli değil de daha çok bir formalite değişikliği saymıştım. Avusturya pasaportundan yoksun düşmüş ve İngiliz makamlarından pasaport yerine geçecek bir beyaz kağıt, ya da vatansız kişi pasaport dilenmek zorunda kalmıştım. Kozmopolit rüyalar gördüğüm yıllarda içimden gelen bir duygu, hiçbir devletin uyruğunda olmayan ve hiçbir ülkeye bağlanmadan -Bu yüzden de hiçbir ayrım, bir seçme yapmadan- yaşamanın ne güzel olacağını hayal ederdim. Ama insan hayal gücünün yetersizliğini en önemli şeylerin ancak kendi başına gelince duyulacağını bir kez daha öğrenmem gerekti.
Bugün yeniden başlayabilseydim, edebi alanda başarı ve kişiliği bilinmez sürdürmek gibi her ikisi de mutlu kılan durumların tadını eşitçe ve iki kat çok çıkarabilmek için, eserlerimi uydurma bir adla yayınlardım; çünkü hayat zaten büyüleyici umulmadık şeylerle dolu olduğuna göre ikili bir yaşam kim bilir ne çekicidir!