Birbirine tamamen yabancı olan insanlar dip dibe yaşıyor,sohbetlerine sıcaklık katmak için uğraşarak ve arkadaş pozlarına bürünerek en içten tavırlarını sergiliyor,bu tavırların zamanla daha da doğallaşacağını umuyorlardı.
“Mükemmel” tam bir insanı yanılsamadır. Evrende öyle bir şey yoktur. Mükemmel diye bir şey olmaz. Dünyanın en büyük yalanıdır. Mükemmel için ne kadar çok çabalarsanız hayal kırıklığınız o kadar büyük olur;çünkü, bu sadece soyut bir kavramdır ve gerçekle uyumlu değildir. Her şey yakından ve yeterince eleştirel bakıldığında daha iyi bir duruma getirilebilir - her insan, her fikir, her sanat, her deneyim ve her şey. Mükemmelliyetçi iseniz ne yaparsanız yapın kaybetmeye mahkumsunuzdur.
“Seni yarım günden beri tanıyorum ve çok sevdim. Bu işi başarmış olmamdan ayrıca büyük gurur duyuyorum çünkü sen kolay sevilebilecek bir insan değilsin. Beğenilmek elbette. Saygı? Eğer korku da saygının bir parçası sayılıyorsa, ona da evet. Ama sevgi? O başka bir mesele işte. Sevginin içinde bir affetme niteliği vardır çünkü. Seni affetmek ise epey zor. Bir yanın azizler kadar estetik, öbür yanın vandallar kadar vahşi. Bu karışımla kendini pek affa elverişli kılmıyorsun. Bir kişiliğin affın çok üzerinde, öteki kişiliğin ise çok altında. Üstelik affı istemiyorsun da. Herhalde seni affetmeye kalkan biri çıksa, sen onu asla affetmezsin. Bunu yapmaya cesaret ettiği için.”
Ömrü boyunca aynı durumlarla tekrar tekrar yüz yüze geliyordu insan:Er geç başkalarına kötü haberler vermek,avutucu yalanlar söylemek,biraz daha az acı çekebilmek için pembe cinler içmek zorunda kalıyordu insan.