Sular kesikken açık unutulmuş musluklar gibi usul usul akıyordu mutsuzluk üst katta.Bizim ev tavandan su alıyordu.Şıp şıp damlıyordu üst katın mutsuzluğu üzerimize.Ağır damlayan yerlere,yatak odasına mesela, hayali leğenler koyuyorduk.İçine birbirini sevmediği halde birlikte ömür tüketen iki insanın yalnızlığı doluyordu.
+"Hayatım boyunca sanki bir şeylerin gerçekleşmesini bekledim hep.Bir değişikliğin gelmesini, öyle ya da böyle.İşte her şey değişti ve ben hâlâ bekliyorum."
-"Belki dünya üzerinde sadece sana ayrılan parça değişmiştir,ama dünya aynıdır."
Geçmişle geleceğin büyüklüğüyle iyice ufalmış ,koca bir dizi içinde tek bir parçadan ibaret kalmıştım.Her tekrarda bu değişmeyen mekânda yine aynı kelimeleri dinliyorduk.Ve her ama her güz vaktinde baharı düşlüyorduk.
Aksine çocuk sahibi olmak, geleceğe dair tüm inançlarına rağmen öfkeli bir isyanın sonucuydu.Dünyaya çaktığı kazığı sağlamlaştırmaya yönelik bir tür anlaşma gibiydi bu; sevgiyi bebekte bulmuştu ve onu korumaya çalışmak zorundaydı.
"Normal şeylerin sıkıcı bulunduğu bir devre denk geldik sanırım.Müthiş bir oburluk çağı.Yeni insanın nefsi doymuyor.Sıradanı tükettik.Mutluluk dediğimiz şey sadece anlık.Lunapark treni gibi hızla çıkıp hızla inilen bir yer mutluluk..."
Çocuklar sağlam bir zemin arıyordu büyümek için.Dünyanın tekinsiz halleri karşısında yanlarında durunca kendilerinin emin ellerde hissettikleri birini.Onları bırakmayacak,onlara "Merak etme,ben buradayım"diyecek biri.Gönülsüz ebeveynlik bir çocuğun başına gelebilecek en fena şeydi.
Kesinliğin de ,muğlaklığın da aynı oranda delirtici olduğunu kesinlikle unutmuş ve böylece muğlaklığın hizmetine girmiştim.Halbuki, aşkı, uygarlığımızı teşkil eden kısırdöngülerden ayrı düşünmek için hiçbir sebep yoktu,yok.