Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
“Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” anlayışını kendisi için prensip olarak gören Osman Zeki Yüksel, Allah demenin dahi yasak olduğu Millî Şef döneminde ortaya koyduğu düşüncesi ve bütün baskılara rağmen bu düşüncesini kendisiyle özdeşleşen Serdengeçti dergisinde yayınlayarak Türk basın tarihinde yerini almıştır. 15 yılda sadece 33 sayı
Serdengeçti Dergisi ve Çıkış Süreci Okulu bir türlü bitiremeyen Osman Yüksel, Ankara’da, yapılan yanlışlıkları ve haksızlıkları halka duyurmak ve bunlara bir ‘dur’ demek için kendisiyle özdeşleşen Serdengeçti isimli dergiyi çıkarmaya karar vermiştir. Serdengeçti dergisi Osman Yüksel’in deyimiyle; “Allah’a, Millete, Vatana koşanların
Reklam
Mizah Anlayışı Serdengeçti dergisini çıkartan Osman Yüksel’in nüktedan kişiliğinin bir sonucu olarak dergide mizaha büyük yer ayrılmıştır. Özellikle de CHP döneminde iktidara yönelik eleştirilerde mizah tekniği sıkça kullanılmıştır. İnsanoğlunun zaaflarını, zamanın sahte kıymet ve şöhretlerini, mukaddesat düşmanlarının içyüzlerini, memleket mukadderatına hakim olmuş adamların zihniyetlerini, sözlerini, sosyete hayatının, asri ailelerin rezaletlerini kısa, kesin, canlı bir üslupla hicveden, didikleyen “Gülünç Hakikatler” mizah sayfası, her sayıda yer almıştır. Ayrıca “Peşrevci” imzalı olarak da mizahi eleştiriye sayfalarda yer verilmiştir. Bu mizah anlayışı, sade bir eleştiriden öte okuyucusunu olaylara ilişkin olarak düşündürmeye yönelik bir amaçla sürdürülmüştür. Nitekim Osman Yüksel’in yeğeni Emine Bağlı, günümüzde amcasının sadece nüktedan kişiliğinin derinliğinin anlaşılamadığından yakınmaktadır. Gülünç Hakikatler bölümünde daha çok, Osman Yüksel’in fakülteden atılması kararını veren dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel, CHP Lideri Millî Şef İsmet İnönü ve komünizmle ilgili mizahi yazılar bulunmaktadır. “Hasan Ali Yücel’e Mevlevilikten Ne Kalmış? Yaşlıca iki zat eski Maarif Bakanının marifetlerinden bahsediyorlardı. Bir tanesi, “Etme yahu bu adam vaktiyle Mevlevi imiş; ne desen Mevlevilikten bir şey kalmıştır adamda.” Arkadaşı güldü, “Evet bir tek şey kalmış Mevlevilikten Ali beyde. O da dönme.” “Dönme mi?”, “Evet ya! Baksana adam, icabı hale göre ellibin yöne dönüyor. Yalnız kendi dönse iyi döndürüyor da… Hem de kimleri…” (Serdengeçti: S.1, s.18).
... Yeşil naylon sandaletlerimiz vardı bizim. Yanında da geleceğe umudumuz. Öylece geçti gitti çocukluğumuz... Özlendiniz... Emine Hazar (S: 57)
Bu görevli kişilerin bilimleri, erdemleri derecesi hepimizce bilinmektedir. Ancak görevli olmayan birçok insanlar da görüyorum ki, aynı resmi giysiyi giymekte devam etmektedirler. Bu gibiler içinde çok cahil, hatta okuma yazması olmayanlara tesadüf ettim. Özellikle bu gibi bilgisizler, bazı yerlerde halkın temsilcileri imiş gibi onların önüne düşüyorlar. Halkla doğrudan doğruya temasa ådeta bir engel oluşturmak sevdasında bulunuyorlar. Bu gibilere sormak istiyorum: "Bu vaziyet ve yetkiyi kimden, nereden almışlardır?" Millete hatırlatmak isterim ki, bu lâubaliliğe izin vermek asla doğru değildir. Herhalde yetki sahibi olmayan bu gibi kişilerin, görevli olan kimselerle aynı giysiyi taşımalarındaki sakınca bakımından hükümetin dikkatini çekeceğim. 1923 (Atatürk'ün S.D.II, S. 215-216)
Geçen yıl Millet Meclisi'nde söylediğim bir söylevde demiştim ki: "Minberler, halkın beyinleri, vicdanları için bir verim kaynağı, bir ışık kaynağı olmuştur." Böyle olabilmek için minberlerden yansıyacak sözlerin bilinmesi ve anlaşılması, teknik ve bilim gerçeklerine uygun olması gerekir. Hutbe okuyanların, siyasi durumu, toplumsal ve uygar durumu her gün izlemeleri zorunludur. Bunlar bilinmediği takdirde halka yanlış ögretilmiş olur. Bu nedenle hutbeler tamamen Türkçe ve zamanın gereklerine uygun olmalıdır ve olacaktır. Camiler ve minberler hakkında 1923 (Atatürk'ün S.D. 11, s. 95-96)
Reklam
Cermenlerde küçüğün ergin olması için mızrak atma, düşmanı öldürme yeteneğinin bulunup bulunmadığına bakılırdı. (Dural, 1987, s.56)
Sayfa 105
Osman Yüksel’in annesi Emine Hanım, 28 Mart 1928 tarihinde veremden vefat etti. Osman Yüksel 11 yasında iken annesinin ölümü üzerine çok ağlamıstır. Annesinin vefatından 45 yıl sonra günlüğünde yazdığı yazı, annesine olan bağlılığını göstermektedir: “Anam Seninle Bulusabilecek miyiz? (28 Mart 1973) 1928’in 28 Mart Salı günü zavallı anacığım ölmüstü. Yukarı mutbahta ocakta ates yanıyordu. Ben ocağın basında kıvrılmıs uyur gibi yapıyor, yatıyordum. Anam asağı odada babamın odasında zekârat çekiyordu. Kadınlar konusuyorlardı: “Sabaha çıkmaz, ölür. Bu çocuklar ne olacak?” Evet, biz ne olacaktık. Bugün 28 Mart 1973. Kaç sene olmus anam öleli. Demek 45 yıl olmus. 41 yasındaydı rahmetli. Sağ olsaydı 86 yasında olacaktı. Çok mu? Daha saçlarında bir tane ak yoktu. Benim güzel anam, neseli, kalender, çalıskan anam. Anam veremden uzun zamandır yatıyordu. Verem anama ayrı bir güzellik vermisti. Beyaz arı-duru bir renge bürünmüstü. Yanaklarında hafif pembelik vardır. Gözleri, ah gözleri… gözlerinin içi gülerdi anamın. Ah o ana gözler… bizlere, evlatlarına bakarken gülen gözleri” (Türk Edebiyatı: S.133, s.16).
MÎRAÇTA BAZI KAVİMLERİN HÂLİ
Resûlullah Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem, Mîraç Gecesi, Cebrâîl aleyhisselâm ile beraber bir kavmin yanından geçtiler. Onlar, kafaları sürekli bir taşla ezilerek azâp olunuyorlardı. Ezildikten sonra başları tekrar eski hâline dönüyor, sonra yine eziliyordu. Hiç aralıksız böyle azâp olunuyorlardı. Resûlullah Efendimiz (s.a.v.), Cibrîl-i
348 öğeden 331 ile 345 arasındakiler gösteriliyor.