Oysa bir kişiyi mahvetmek ya da bir imparatorluğu devirmek üzere insanlığın işine karışan şeytansa, görevini yerine getirmesi için kulağına fısıldanması yeterli olacak bir alçağı şeytan kolayca bulurdu.
İnsanlar sadece kendi hayatları için kaygılandıkları, kendilerini kolladıkları için yaşar sanırdım, oysa onları yaşatan tek şey sevgiymiş. Seven insan Tanrı'nın, Tanrı da onun içindedir, çünkü Tanrı sevgidir.
Kitabı bitirdiğim an büyülenmiş hissettim. Son satırları okurken hayal gücümle o an, eşsiz güzellikle gözümde canlandı. Sahi, insan ruhunun bir benzerini arar. İrfan da onu arıyordu fakat ümitsizliği ağır basıyordu. Umutsuzluğa düştüğü yerden hiç tahayyül etmediği şekilde, o deli kızın ruhuna kapılmıştı. Feriha'nın daha ilk satırlarından yüreğini, yaralarını, hem maddî hem manevî güzelliğini görmüştü. Önce kitabın bende bıraktığı tadı yazmak istedim. İrfan Galip, ilim sahibi aynı zamanda müşkülpesent bir genç. Çevresinden, ailesinden, yaşadığı yerden şikayetçi. Onları cehaletle suçlar. Hatta böyle bir memlekette evlenmesi mümkün değildir ona göre. Kadınlardan gördüğü muamele onun hevesini kırmıştı çok kez. O günlerden sonra kadın düşmanı oldu. Birçok makale yayımladı. Sonrasında Kuyrukluyıldız meselesinde kadınlara konferans verip onları korkutarak onlardan öç almak istiyordu.Beklediği gibi olmadı. Bir gün bir mektup aldı. İrfan, ruhunun güzelliğine kapıldığı bu kadını ne pahasına olursa olsun istiyordu. Bu satırları yazan çirkin olamazdı. Feriha, kokulu mektuplarıyla onun aklını başından almıştı. Onu kadın düşmanlığı yaptığından ve ön yargılarından dolayı pişman etmek istercesine entrikalar yapsa da İrfan'ı vazgeçiremedi.