Ağlamasını durduramıyordu, kafası büyükanne ve büyükbabasının evindeki büyük avize gibiydi. Hiç kimsenin ulaşamayacağı kadar tepede duran ve her defasında bir ampülü daha sönen o şekilsiz avize gibi onun beyninin ışıkları da birer birer sönüyordu.
Sam's grandfather had two core beliefs: (1) all things were knowable by anyone, and, (2) anything was fixable if you took the time to figure out what was broken.
Akan zamanın erozyonuna uğramayacak bir mihenk taşıydın sen, değişemezdin. Şirazeydin, kayamazdın. Çekip gitmiş olsan da bazı şeyler değişemezdi, ya da değişirdi ama dünyanın ekseni kayardı böyle işte. Dünyanın ekseni kaymıştı.