Geçen yaz bir türkü ile beraber seyahate çıktık!.. Türkü Galata’dan bizimle aynı vapura bindi.
Marmara’yı geçerken bütün vapura sirayet etti.
Onun ilk iskeleye nasıl atladığını, ötekilere nasıl sıçradığını gözlerimle gördüm.
İzmir’e vardık ki ne görelim! İskelede bir hamalın dudaklarının arasında. Bir şoförün ıslığında, «Fosforlu Cevriyem!..» O bizden önce İzmir’e var mış! Çeşme plajına gidelim dedik, o daha evvel davrandı, şoförün yanına yerleşti. Dört beş saat muhtelif seslerden onu dinledik. Çeşme’de aynı sirayet.
Hey Allahım! Hangi taşı kaldırsam altından Fosforlum çıkıyor:
Karakolda ayna var ayna var
Kız kolunda damga var.
İzmir’den Bursa’ya, Bursa’dan kazalara, köylere geçtim. Türkü akılları durduracak bir soğukkanlılıkla, köyden köye, kasabadan kasabaya akıp gidiyordu.
Onu bazı yerlerde tanınmayacak kıyafetlerde gördüm. Kelimeleri altüst olmuş. Araya olmayacak mısralar karışmış. Bestesine, bambaşka sesler yerleşmiş, kafiyeleri perişan, fakat fosforlu olmasına fosforlu!