“DEAD AS A DODO”
Dodo; 1 metre boyunda, 20 kilogram ağırlığında, uçamayan ve koşamayan uysal bir kuş türü. 16.yüzyılda yaşadıkları Maurutius adasına ayak basan Avrupalı denizcilere meraklı ve sevecen bir şekilde yanaştılar. Bu karşılama töreni kafalarına indirilen sopa darbeleriyle kanlı bir şekilde bitti. 200 yıl içinde nesilleri
tükendi. 1755’te Oxford Müzesi’nde sergilenen doldurulmuş Dodo örneği de güveler tarafından yendiği için imha edilmiş, geriye sadece başı ve pençesi kalmıştı. Bu tarihten sonra, bir şeyin geri dönülmez şekilde sonlandığını ve miadını doldurduğunu belirtmek için İngilizler; “bir Dodo kadar ölü” ifadesini kullanmaya başladı. İleri tarihlerde bulunan fosiller ve geçmiş dönem anlatılarıyla Dodo’nun ne olduğuna dair bir
fikir sahibiyiz. Yaşayan kimse onu görmedi, işitmedi ve ona dokunmadı.
Gerçek, Dodo’nun makûs talihini paylaşıyor. Korsan kapitalizm hakikat adasının kıyılarına yanaştı, sopalarıyla gerçeğin başını ezdi, onu midesine indirdi ve kemiğiyle de ladese tutuştu. Gerçeğe artık fosillerden ve eski anlatılardan ulaşmaya çalışıyoruz. Resmini yitirmiş çerçevelerle dolu zihinlerimizle, bunu ne
kadar iyi yapabildiğimiz, büyülenmiş gözlerle eşyayı ne kadar doğru okuyabildiğimiz, gürültüler arasından hakikat müziğinden ne kadar melodi işitebildiğimiz…
Büyük soru işaretleri… Artık dilimi ısırarak da olsa; “bir gerçek kadar ölü” sözünü kullanabilirim.