Ve her felaket anlatısı sessizliğin sınırına dayanır, bütünlüklü bir ifadeye sığmaz, benliği yok edilmiş tanığın parçalanmış dilinde şekillenir. Yine de belleği canlı tutarak iktidara karşı direnir. Bundandır ki dile getirilemezi dillendirmek gerekir, sadece geçmişteki felaketin bir hatırlanması olarak değil, “bir daha asla” yaşanmaması için, şimdiye ve geleceğe dair bir sorumluluk olarak.