Bütün bu gözlemlerden çıkaracağımız önemli bir sonuç var; o da dünyayı olduğu gibi değil, olduğumuz gibi gördüğümüzdür. Gördüğümüzü anlatırken, esasında kendimizi, kendi paradigmamızı anlatırız.
Bir sorunu çözmeye karar veren devletin onu çözmemesi mümkün değildir. Bir başka deyişle, ortada çözülmemiş bir sorun varsa biliniz ki, öyle bir sorunun olması, iktidar sahiplerinin işine gelmektedir. Örneğin, Türkiye'de eğer toplumu sarmış bir uyuşturucu sorunu yoksa veya uyuşturucu kaçakçılığı bir ulusal sorun niteliği kazanacak kadar büyümüyorsa, asıl sebebi siyasi iktidarın o konuya ciddiyetle eğilmiş olmasıdır. Ama vergi kaçakçılığı başedilemez bir sorun olarak ortada duruyorsa ki Türkiye'de özellikle 1950'den bu yana öyledir biliniz ki, vergi kaçırılmasına siyasi iktidar göz yumuyordu. Çünkü desteğini, vergi kaçıran kesimlerden aldığı inancındadır.
Aynı şekilde ulusun onuru, o ulusu oluşturan insanların onurlu davranışlarıyla oluşur ve devam eder. İnsan onuruna önem vermeyen bireylerden oluşan bir ulusun, her şeyin üstünde, soyut, temelsiz ulus onurundan söz edilebilir mi?
Kitle hareketlerinin nasıl başarılı olduğunu ve kimlerin fanatikleştiğini basit bir dille ve mantıksal çerçeveye oturtarak aktarmayı başarmış yazar. Bazı kısımlarına katılmasamda genel görüşlerinin doğru olduğunu düşünüyorum. Okurken gerçekten devrimleri bu insanlar yapıyor diyebiliyorsunuz.