Okuyacağınız sayfalar, yıllar önce
Calella de la Costa'da karşılaştığım
çocuklara ithaf edilmiştir.
Futbol oynamaktan dönen o çocuklar
bir şarkı tutturmuşlardı:
"Yensek de, yenilsek de,
değişmez eğlencemiz..."
YAZARIN İTİRAFI
Tüm Uruguaylılar gibi ben de futbolcu olmak istedim.
Doğrusu çok da güzel oynuyordum, hatta harikaydım bile denebilir;
ama yalnızca geceleri rüyamda.
Gündüzleri, ülkemin sahalarındaki çarpık bacaklı oyunculardan
en kötüsü bendim. Taraftar olarak da pek iyi sayılmazdım.
Juan Alberto Schiaffino ve Julio Cesâr Abbadie,
Ona file bekçisi denildiği de olur.
Aslında kader kurbanı, mahkûm ya da şamar oğlanı da denilebilirdi.
Onun bastığı yerde bir daha çim çıkmadığı söylenir.
O yapayalnızdır. Oyunu hep uzaktan izler.
Hedef mekândan ayrılmaksızın üç direğin arasında idamını bekler.
Eskiden hakem gibi, siyahlara bürünürlerdi.
Artık hakemler kara karga
Hakem, yaptığı işin tanımı itibariyle keyfidir.
Hiçbir muhalefete imkân vermeden dikta rejimini sürdüren
aşağılık bir tirandır o. Bir aktörün hareketlerini andıran hareketlerle
tartışmasız otoritesini konuşturan koskocaman bir cellattır aynı zamanda.
Ağzında düdüğüyle kader rüzgârları üfleyerek, golleri kabul ya da iptal eder.
Elindeki
Siz hiç boş bir stadyuma girdiniz mi?
Deneyin bir kez. Sahanın ortasında durun ve dinleyin.
Boş bir stattan daha hüzünlü, kimsesiz tribünlerden daha dilsiz bir şey yoktur.
Wembley'de İngiltere'nin kazandığı 66 Dünya Kupasının
bağırışları hâlâ duyuluyor; ama biraz daha kulak kabartırsanız
53'te Macarlar İngilizleri gole boğdukları zaman çıkan iniltileri de duyabilirsiniz.
Montevideo'nun Centenario Stadyumu hâlâ Uruguay futbolunun
zaferlerine duyulan nostaljiyle iç çekiyor.
Maracanã hâlâ 1950'de yapılan Dünya Şampiyonasında
Brezilyalıların yenilgisine ağlıyor.
Buenos Aires'de, Bombonera'da yarım yüzyıl öncesinin davulları işitiliyor.
Azteca Stadının derinliklerinden eski Meksika top oyununun
törensel ilahileri yankılanıyor.
Barselona'daki Camp Nou'nun beton sıraları Katalanca,
Bilbao'daki San Mames Stadının sıraları ise Baskça konuşuyor.
Milan'da Giuseppe Meazza'nın hayaleti, kendi adını taşıyan
stadyumu titreten goller atıyor.
Almanya'nın kazandığı 74'teki Dünya Kupasının finali
Münih Olimpiyat Stadında günler ve geceler boyu oynanıyor hâlâ.
Suudi Arabistan'daki Kral Fahd Stadyumunun
mermer, altın ve halı kaplı tribünleri var;
ancak ne anlatacak bir anısı, ne de söyleyecek önemli bir sözü yok.
Futbol gitgide halkın tutkusu haline geliyordu
ve gizli güzelliğini gözler önüne seriyordu.
Aynı zamanda elit kesime özgü bir vakit geçirme aracı olmaktan da çıkıyordu.
1915 yılında futboldaki demokratikleşme Rio de Janeiro'da
yayımlanan Sports dergisinde eleştirilere yol açıyordu:
"Toplumda belli bir yeri olan bizler,
bir işçiyle, bir şoförle birlikte futbol oynamak zorunda kalacağız...
Böylelikle bu sporla uğraşmak bir zevkten
bir fedakârlığa dönüşüyor, eğlenceli olmaktan çıkıyor."
1912 yılında Brezilya futbol tarihinin ilk klasiği olan Fla-Flu oynandı.
Fluminense takımı Flamengo'yu 3-2 yendi.
Seyirciler arasında birkaç kişinin bayıldığı, hareketli ve zorlu bir maçtı.
Tribünler çiçeklerle, meyvelerle, tüylerle, bay ve bayanlarla doluydu.
Erkekler atılan golleri kutlamak için hasır şapkalarını futbol sahasına
fırlatırken, bayanlar gollerin heyecanı, sıcağın ve korselerinin
verdikleri rahatsızlıkla fenalaşıyor ve yelpazelerini düşürüyorlardı.
Flamengo, futbol hayatına başlayalı az bir süre olmuştu.
Fluminense takımında meydana gelen bir kopmadan filizlenmişti.
Fluminense takımı birçok sorun, savaş ve doğum çığlıkları içinde ikiye ayrılmıştı.
Bir zaman sonra ana kulüp bu terbiyesiz ve alaycı çocuğunu
beşiğinde boğmadığına pişman olacaktı, ama artık çok geçti:
Fluminense'nin laneti ve uğursuzluğu ortaya çıkmıştı bir kere
ve böylesi talihsizliklere çare bulunamazdı.
O günden beri baba ve oğul, daha doğrusu terk edilmiş baba ile asi oğlu
birbirlerinden nefret ediyorlar. Her Fla-Flu klasiği de bu asla son
bulmayacak savaşın yeni bir çarpışmasıdır.
Her ikisi de aynı kente âşıktırlar, Rio de Janeiro'ya.
Bu tembel ve günahkâr kent, kendini isteksizce sevdirir ve
hiçbirinin olmadan her ikisine de teslim eder kendini.
Baba ile oğul, onlarla oynayan âşıkları için oynarlar aralarındaki oyunu.
Uğruna çarpıştıkları âşıkları ise bayram kıyafetine bürünür düello günleri.
1916 yazında, Dünya Savaşının ortasında bir İngiliz yüzbaşısı,
top sürerek kalkmıştır hücuma. Yüzbaşı Nevill, onu koruyan
siperden çıkarak ve topunun peşinde olduğu halde
Alman siperlerine karşı yapılan bir hücuma önderlik etmiştir.
O anda duraksamış olan alayı da onu bu hareketinde izlemiştir.
Yüzbaşı bu hücum sırasında bir top mermisi marifetiyle ölmüştür;
ama İngiltere ortada bulunan bu toprak parçasını alarak savaş
meydanlarında ilk futbol zaferini kazanmıştır.
Uzun yıllar sonra, yüzyılın sonlarında, Milan Kulübünün sahibi
İtalya'daki seçimleri büyük bir farkla kazandı. "Forza Italia!"
Bu söz stadyumların tribünlerinden geliyordu. Silvio Berlusconi,
şampiyon süper ekip Milan'ı kurtardığı gibi İtalya'yı da kurtaracağına
söz verdi ve seçmenler bazı şirketlerin iflasın eşiğinde olduğunu unuttular.
Futbol ve vatan ayrılmaz bir bütündür ve politikacılar ile
diktatörler bu bütünlük ve özdeşlik üzerine spekülasyon yapıyorlar.
İtalyan takımı 1934 ve 1938 Dünya Kupalarını vatanları
ve liderleri Mussolini adına kazandılar.
Oyuncular maçlara, "Yaşasın İtalya!" nidalarıyla, halkı
ileriye uzattıkları ellerinin ayalarıyla selamlayarak başlıyor ve bitiriyorlardı.
Naziler için de futbol bir memleket sorunuydu.
Ukrayna'daki bir anıt Dinamo Kiev'in 1942'deki oyuncuları anısına dikilmiştir.
Alman işgali altında onlar, yerel stadyumda Hitler'in takımını
bozguna uğratma deliliğini göstermişlerdi.
"Kazanırlarsa ölürler!"
Oraya kaybetmeye razı olarak, korkudan ve açlıktan titreyerek girdiler,
ama saygın olma içgüdülerine daha fazla karşı koyamadılar.
On biri de üzerlerindeki formalarla, maçın bitiminde
derin bir çukurun dibinde kurşuna dizildiler.
Futbol ve vatan, futbol ve halk:
1934'te Bolivya ve Paraguay, Chaco savaşında haritadaki
bir çöl parçası için birbirlerini yok etmeye çalışırken,
Paraguay Kızılhaçı bir futbol takımı kurdu,
takım Arjantin'in ve Uruguay'ın değişik kentlerinde
oynadı ve toplanan büyük miktardaki para
iki tarafın yaralılarının tedavisinde