İNSAN YAŞADIĞI YERE BENZER“Salkım salkım tan yelleri estiğinde
Mavi patiskaları yırtan gemilerinle
Uzaktan seni düşünürüm İstanbul
...
Bekle dinamiti tarihin
Bekle yumruklarımız
Haramilerin saltanatını yıksın
Bekle o günler gelsin İstanbul bekle
Sen bize layıksın”
İstanbul’a verdiği sözü tutmaya bir ömür adayan Vedat TÜRKALİ, “Nazım varken, Yahya Kemal varken insan şiirden ürker” sözleriyle kendine şair demekten imtina etmiş. Yüce gönüllülük bu olsa gerek.
O, Türk Edebiyatı’nın usta yazarı, direniş kalemi.
Sosyalist hareketin çınarı.
Sinema emekçisi.
Senarist.
Şair.
Öğretmen.
Gerçek bir aydın.
“Boşuna çekilmedi bunca acılar”
97 yıllık yaşamında Türkiye’nin yakın tarihine ettiği tanıklığı eserleriyle bize taşıyan Türkali, kalemiyle ezilenlerin, hakkını arayanların sesi olmuş. Tutuklanmak, cezaevinde yatmak, işsiz kalmak onu inandığı yoldan alıkoymamış.
Yazarın ilk romanı, 27 Mayıs’tan hemen önceki Türkiye’de siyasi durumu öğrenciler, aydınlar ve küçük burjuva karakterler üzerinden işleyen BİR GÜN TEK BAŞINA, edebiyatımızın klasikleri arasında yerini almış.
Menderes iktidarı ile CHP muhalefeti arasında bölünmüş bir halk.
Sınırlar çekilmiş yaşamının seyrinden yılmış ancak, korkularını yenemediği için düzenin içine hapsolmuş bir baş kahraman. Buradan da memnun değil, oradan da. Hem aydın kafası taşımak istiyor, hem feodal düşünce kabuklarını kıramıyor. Kenan sanki Türkiye’nin bir insanda vücut bulmuş hâli. Ancak ben bu Kenan’ı hiç sevmedim.
Henüz yirmili yaşlarında olmasına rağmen ayakları yere basan, kararlı, ülkesine dair umutlarının peşinde yılmadan koşan, mücadeleci bir kahraman, aydın bir kadın; Günsel. Sanırım en çok Günsel’i sevdim.
Siyasi baskıların ortasında filizlenen Kenan – Günsel aşkını merkeze alarak, o günlerin Türkiye’sini, toplumun farklı kesimlerini, karakterlerini ve savrulan duygularını gözler önüne seren muhteşem bir eserdi. Öylesine akıcı bir anlatımı var ki insan kitaba mola vermekte zorlanıyor. Bir tarafta yükselen sınıf mücadelesini takip ederken, diğer tarafta çıkarları uğruna en yakınlarını bile feda eden asalaklar geçiyor önümüzden. Oradan kendimizi kolluk kuvvetleriyle girilen çatışmaların ortasında buluyoruz. Gerçek karakterlerin hikâyelerinden kesitlere de tanık olduğumuz eserde, hele üniversite öğrencilerinin eylem sürecini anlatan yirmi küsûr sayfalık o müthiş bölümü ise soluksuz okudum.
“Hiçbir kuşkunun bulandırmadığı bir inançla, pırıl pırıl bir doğruluk duygusuyla bağırıyorlardı: Hürriyet!”
Nazım Hikmet’in,
“Bir ölü yatıyor
on dokuz yaşında bir delikanlı
gündüzleri güneşte
geceleri yıldızların altında
İstanbul’da, Beyazıt Meydanı’nda”
dizelerinde anlattığı Turan Emeksiz’in polis kurşunuyla can verdiği bölüme gelince, nedense o günün gazetelerine bakasım geldi. Gerçeği bildiğim hâlde, bu sahiden yaşanmamış olsa diye hissettim belki. Öyle çaresiz, acı hisler işte...
Bazı karakterleri şöyle bir araştırayım diyerek kısa molalar verdim. Örneğin “Baba” karakteri acaba Vedat TÜRKALİ mi diye düşünürken, zaaflara teslim olmayan, mücadelenin yol göstericisi bu karakterin aslında Hikmet KIVILCIMLI olduğunu öğrendim.
Öğrencilerini korumak için polisi karşısına alan İstanbul Üniversitesi Rektörü Sıddık Sami ONAR, rektörü darp edip yerlerde sürükleyen polis şefleri Bumin Yamanoğlu ve Zeki Şahin ve daha başka gerçek karakterlere rastladıkça, yine haber kaynaklarına gitti elim.
Kitabın yine çok beğendiğim yanlarından biri; kahramanların zihin akışı öyle yalın diyaloglarla aktarılmış ki insanın arada bir cevap veresi geliyor. (Oğuz Atay’ı sık sık andım.) Bir diğer yanıysa, karakterlere dair hislerimizi kalıplara sokmamıza fırsat vermeyişi. Bir yerde sevdiğim karaktere başka bir yerde sinirlenirken buldum kendimi. Yeri geldi, “Amaan, ne hâlin varsa gör!” dedim.
Eserde bir dönemin olayları anlatılıyor olsa da günümüz siyasi atmosferine hakim olanlar rahatlıkla bunun bir dönemle sınırlı olmadığı çıkarımını yapıp, bugünlere yansımalarını göreceklerdir.
Ne bileyim, hani Nazım Usta ,
Güzel günler göreceğiz çocuklar
Güneşli günler göreceğiz.
Motorları maviliklere süreceğiz çocuklar
Işıklı maviliklere süreceğiz…
deyince, ben de gerçekten o günler gelir sanmıştım.
Bir değil, birden fazla kez okuyacaklarım arasında yerini alan bu eseri şiddetle tavsiye ederim.