Gönderi

Hürriyetin Tarihi Gelişimi
İlkel insanlann, tabiatın her şeyinden, gök gürültüsünden, karanlıktan, taşan bir nehirden ve vahşi hayvanlardan ve hatta birbirlerinden korktuklannı biliyoruz, ilk duygu ve düşüncesi korku olan insanın her düşünce ve dileğini kesin olarak yapmaya kalkışmış olması düşünülemez. İlkel insan gruplarında, ata korkusu ve sonunda, büyük kabile ve kavimlerde, ata korkusu yerine geçen Allah korkusu, insanlann kafalannda ve hareketlerinde hesapsız yasaklar yaratmıştır. Yasaklar ve hurafeler üzerine kurulan birçok alışkanlıklar ve gelenekler, insanları düşünce ve harekette çok bağlamıştır. O kadar ki, kişisel düşünce ve hareket serbestisi gibi bir hak kavramı bilinmemiştir. Topluluklann başına geçebilen adamlar, toplumu Allah adına yönetirlerdi. Her türlü hak ve yetki onlarda idi. Bireyin hakkı, hürriyeti, söz konusu değildi. Buraya kadar olan görüşümüzü, şöyle bir neticeye bağlıyabiliriz; İnsan, öncelikle tabiatın esiri idi; sonra, buna, gökyüzünden kuvvet ve yetki alan bazı adamlara esir olmak eklendi, insan topluluklan büyüdükçe ve devlet haline geldikçe, bireyler üzerindeki ağırlık o kadar çoğaldı. Devletin başında bulunan adamın hakkı, sanırsız, kayıtsız, şartsız kesin bir kudret olarak kabul ediliyordu. Devletin şekli imparatorluk veya cumhuriyet olsun, bunun önemi azdı; bireyin, kişisel bir hakkı yoktu. Eski zamanlarda insanların, yapabildikleri medeniyetlerinin en yüksek devirlerinde böyle idi. Bireyin hakkı, hükümdarın menfaatine olarak, ilahi hak içindeydi. Bu hakka dayanarak, hükümdar, halkının hürriyetini istediği gibi kullanma yetkisine sahip olabiliyordu; bu, bireyin hakkına saldın sayılmazdı. Hükümdann kudreti için dinlerden çıkan sınırdan başka bir sınır tanımıyordu. Hükümdann yapmaması gereken şey, Allah’ın yasakladığı şey olacaktı. İnsanlar, düşünsel gelişimde ilerledikçe, kendi kökenlerini daha açık düşünmeye başladılar; yavaş yavaş onun büyüklüğünü daha iyi anlamaya ve değerini bilmeyi başardılar.
·
1 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.