Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

79 syf.
·
Puan vermedi
·
19 saatte okudu
Öncelikle hiç kimsenin beslenme şekliyle bir sorunum olmadığını belirtmek istiyorum. Bunu yazımın hemen başında vurgulamamın nedeni, günümüzün dünyasında azınlık veya ezilen diye tabir edilen unsurlara verilen önemin artışı nedeniyle, bunların savunduğu görüş ve savlara doğrudan veya dolaylı bir eleştiri getirmek, tepki çeken bir husus olma yolunda hızla ilerliyor. En basitinden, çağın gerisinde kalmış, sabit fikirli hatta yer yer alakasız olsa bile faşist, ırkçı gibi artık suyu çıkmış sıfatlarla yaftalanmanıza neden olabiliyor. Öte taraftan, benim bu yazıda eleştireceğim şey, vegan beslenme şekli değil; kitaptaki söyleşide yer alan insanların bazı fikirleri ve yaklaşımlarıdır. Nasıl benim bu girizgahımın, olası eleştirilere karşı bana bir kalkan olmaması gerekiyorsa, söyleşideki Zülal hanımın kitabın son sayfasında "Hep denir ya şiddete dökülmediği sürece her görüş yazılıp savunulabilir; veganlar şiddetsiz, zulümsüz, işkencesiz yaşamı savunuyor. O nedenle veganlara saldırmanın dayanılmaz hafifliğine kapılmak, gerçekten tuhaf bir durum yaratıyor," uyarısının da ona bir kalkan olmaması gerekiyor. Yeri gelmişken, gelebilecek eleştirileri saldırı olarak nitelemek, baştan falso vermek; ben ne dersem odur, gerisi umrumda değildir demektir. Tabi, gerçek manada saldırı olarak nitelenecek hareketlere ben de karşıyım ama bunların alanı çok keyfi şekilde genişletilebiliyor. Kitabın başında vegan beslenmenin sağlık boyutu ele alınmış. En sağlıklı hatta 'tek' sağlıklı beslenmenin vegan beslenme şekli olduğu anlatılmak istenmiş denilebilir hatta Zülal hanımın sözlerinin bulunduğu kısımları okudukça, insanlık yarın vegan beslenmeye geçse tüm sorunlar ortadan kalkacak gibi geldi bana. Tüm bilimsel çalışmaların vegan beslenmenin mutlak üstünlüğünü kanıtlamış olduğunu ifade etmiş ve zaten insanın doğal yapısının da buna uygun olduğunun altını sıklıkla çizmiş Gerçekten de vejetaryen ve vegan beslenme şekillerinde bitkisel ağırlıklı olmaları nedeniyle bilhassa koroner arter hastalıkları ve obezite gibi hastalıklarda omnivor beslenme şekline göre riskin azaldığını ortaya koyan birçok çalışma mevcuttur. Ancak, omnivor beslenme şeklinde yeterli ve dengeli düzeyin sağlanması halinde de risk, kendi grubu içinde azalım gösterir. Zaten beslenmede en temel edinmemiz gereken prensip, yeterli ve dengeli beslenmedir. Yani ölçülü olmak. B12 vitamini konusuna gelelim lakin vegan veya vejetaryen beslenen arkadaşlar, "yine mi, bıktık bu argümandan," demeyin, lütfen; çünkü ben başka bir hususa değineceğim. (Bknz: girişteki uyarım) Zülal hanıma göre insanın doğal yapısı tek vegan beslenmeye uygun, yani omnivor olmak 'kesinlikle' insana ters bir durum. Peki gerçekten öyle mi? "B12 vitamini suda çözünebilen, DNA sentezinde, yağ asitleri ve amino asitlerin vücut içinde kullanımında oynadığı rol sayesinde vücut içerisindeki hemen her hücrenin ihtiyaç duyduğu bir B vitamini türüdür. Sinir sisteminin sağlığı, beyin fonksiyonları ve alyuvarların üretimi için gereklidir. Kobalamin, B12 vitamininin bir diğer adıdır. B12 vitamini, en büyük ve yapısal olarak en karmaşık vitamindir. B12 vitamini, beynin ve sinir sisteminin normal işlevini sürdürmesi için çok önemlidir. Ayrıca alyuvarların oluşumunda önemli bir rol oynar. DNA'nın oluşturulmasına ve düzenlenmesine yardımcı olur. Vücuttaki hemen her hücrenin metabolizması, yağ asitlerinin sentezinde ve enerji üretiminde rol oynayan B12 vitaminine bağlıdır. B12 vitamini, insan vücudunun folik asidi emmesine yardımcı olarak depolanan enerjinin salınmasını sağlar. İnsan vücudu hemen her dakika sürekli milyonlarca alyuvar hücresi üretir. Bu hücrelerin çoğalması için B12 vitamini gereklidir. B12 vitamini seviyeleri çok düşükse alyuvar hücrelerinin üretimi azalır. Alyuvar hücresi sayısının düşmesi düşerse anemiye yol açar." Görülüyor ki, B12 vitamini insan vücudu için oldukça elzem, peki bu vitamin hangi besinlerde bulunuyor? Cevap: "B12 Vitamini en çok hayvansal kaynaklı besinlerde bulunur. Bitkilerde bulunmadığı için vegan tarzı beslenen kişilerin, beslenmelerine dikkat etmesi gerekmektedir." (acibadem.com.tr/ilgi-alani/b12-...) Tabiki, vegan ve vejetaryen beslenen insanlar, bilimin bu kadar ilerlediği bu dönemde alacakları takviyelerle bunu karşılayabilirler. Ben konunun bu kısmında değilim. Benim dikkat çektiğim nokta, B12 gibi bitkilerde bulunmayan, hayvansal gıdalarda en çok bulunan ve insan için bu kadar elzem bir rolü olan bir vitamin söz konusu iken nasıl oluyor da insan fizyolojisi/biyolojisi/doğası 'kesinlikle' omnivor beslenmeye uygun olmuyor. Eğer Zülal hanımın dediği gibi ise durum, insanlığın 21. yy'a kadar gelebilmesi büyük şans doğrusu. Nitekim, tarihin her devrinde B12 vitamini takviyelerini sağlayacak gelişmiş bir tıb yoktu. Bu noktada tarihin her devrinde insanlar çok mu et tüketebiliyorlardı sanki diye bir argümanla tepkisel bir soru sorulabilir; buna, peki tarihin her devrinde insanların ortalama ömrü şimdiki gibi 60-70-80 miydi yoksa 25-30-40 mıydı, diye sorularak cevap verilebilir. Tıb demişken, Zülal hanımın aşı hakkındaki sözlerine bakalım: "Kafamı kurcalayan sorulardan birisi geldi şu an aklıma. İlaç şirketlerinden ve dönen dolaplardan söz ettik biraz önce. 'Aşıların çoğu hayvandan elde ediliyor'.(i) Bu durumda çocukların aşılanması konusuna nasıl bakıyorsun? BENİM BİR TANIDIĞIM VAR.(1) Kendisi vegan ve çocuğunu da öyle yetiştiriyor. Çocuk şu anda 2 yaş civarında ve hiç aşı olmadı, herhangi bir hastalığa da yakalanmadı. Annesi, doktor kontrolünde herhangi bir sorun yaşanmadığını söylüyor. Bugüne kadar okuduğum bazı makalelerde de hayvan deneylerinden ve dokularından elde edilen bazı aşıların insanlarda riskli durumlar yarattığı, mesela çocuk felci aşısının maymun modellere dayandırılmasının büyük yanlışlar ortaya çıkardığı anlatılıyordu. O nedenle artık o aşı, insan diploid hücre kültüründe yetiştiriliyor. Aşıların her durumda etkili olduğuna dair bir bulgu yok, sadece BELLİ ORANLAR(2) var elimizde. Yapılan araştırmalarda bazı aşıların YAN ETKİLERİNİN de TEHLİKELİ(2) olduğu belirlendi. Yine de aşının faydalarını savunan bilim insanı da az değil. Çok tartışılan bir konu. Bu durumda sanırım verileri değerlendirip karar verme yetkisi ailelere ait. 'Benim bu aşamada şu doğrudur, bu yanlıştır deme yetkim yok'.(ii) Ama aşıların ilaç şirketlerine büyük rant sağladığının da farkındayım. Bu kadar büyük rantın olduğu yerde ACABA GERÇEKLER ORTAYA ÇIKABİLİR Mİ?"(3) [Parantezler bana aittir] Eskiden komplo teorilerine çok ilgi duyan biriydim. Şu an ise komplo teorilerinden adeta kusasım geliyor. Bence komplo teorileri, ilk duyduğunuz veya (içinizden) okuduğunuz anda çok mantıklı, bunları seslendirdiğiniz ve bilhassa bir başkasına anlattığınız anda çok mantıksız hatta gülünç gelen basit bir mantık üzerine kurulmuş insanın hayattan sıkılmışlığından beslenip onu gizemciliğe iterek kısa süreli (bazen uzun süreli patolojik) hazlar veren eğlencelik çerezlerdir. Komplo teorilerine fazla kapılan insanlarda sıklıkla, paragraftaki 1 nolu bir dayanak söz konusudur. Öyle ki, patolojik komplocular için, komşusu, kaynı gibi insanlar dünyanın farklı ülkelerindeki onca bilim insanının çalışmalarından daha muteber olmaktadır. Ta ki, bilimsel çalışmalardan komplo teorisine uygun bir veri ortaya çıkana dek ama bunu ortaya çıkarmayanlar yine muteber olarak kabul edilmez; bununla da kalınmaz, bilim insanlarının bu çalışmalarına 'inanmak' küçümsenecek bir şey olarak görülür. Çünkü (i)'deki gibi ideolojiye saplanma insanı, gerçeklikten, akıl ve mantıktan ve objektif olmaktan uzaklaştırır. Henüz patolojik düzeye gelmemiş komplocularda ise işine gelmeyen durumları/noktaları bilinmezlik bulutuyla kaplamak ve illuminatiye (Tapınakçılar da diyebiliriz) konuyu iliştirmek tipik bir özelliktir (bknz: 3 no'lu parantez) 3 no'lu parantezi dedikten sonra, (ii)'nin bir anlamı kalmıyor. 2 no'lu hususlar ise zaten aşı hakkında bilinen şeyler yani normal hususlar. İçtiğin en basit ilaçtan tut da en kompleks olanına kadar hepsini yan etkisi mevcut iken aşının hiç yan etkisinin olmamasını beklemek bence biraz fazla hayalcilik oluyor. Unutmadan, kitabın başında 'tüm' bilimsel çalışmaların vegan beslenme şeklinin 'tek' sağlıklı beslenme şekli olduğunu belirttiği yönünde yorumlanabilecek ifadeler kullanan Zülal hanım için iş yumurta konusuna gelince değişiyor: "Biliyorsun, bir ara 'yumurtanın fazlası kolesterol yapar, zararlıdır,' dendi, herkes çok yememeye özen gösteriyordu. Sonra 'haftada 2-3 tane yemek lazım,' dendi, birden satışlar arttı. Son durum nedir bilmiyorum. Bana göre insanlar, yemeyi çok sevdikleri hayvansal ürünleri aklamak için sürekli çaresizce çaba içinde." Az önce "Ta ki, bilimsel çalışmalardan komplo teorisine uygun bir veri ortaya çıkana dek ama bunu ortaya çıkarmayanlar yine muteber olarak kabul edilmez; bununla da kalınmaz, bilim insanlarının bu çalışmalarına 'inanmak' küçümsenecek bir şey olarak görülür," demiştim, böylelikle kendimden alıntı yapayım bir de. İşin politik boyutuna gelirsek, Zülal hanım, "solcuyum, ilericiyim diyen insanın buna sessiz kalması, bana göre daha anlaşılmaz. Barışı, eşitliği savunduğunu iddia edeceksin, sonra da hayvanlara uygulanan işkenceyi, katliamı umursamayacaksın... İşte o zaman türcüsündür ve eşitlik anlayışın insan türüyle sınırlı demektir," der ve birkaç sayfa ileride de Prof. Gary L. Francione'den bir alıntı yaparak türcü solcuların ahlaki şizofreni içinde olduklarını ve daha kötüsü bunun farkında bile olmadıklarını söylemektedir: "Bazı hayvanları sevip onlara ailemizin birer üyesi gibi muamele ederken, onların hissetme yetilerinden, duygusal kapasitelerinden, kendilerinin farkında olan birer kişi olduklarından asla şüphe duymazken, onlardan hiç de farklı olmayan başka hayvanların ölü bedenlerine çatal bıçak saplamamıza neden olan ahlaki şizofrenimize son vermemiz gerekir!" Bugün bir arkadaşımla sohbet ederken o, sol hareketlerin insanlar arası eşitlik düşüncesinden doğduğunu, odağında işçilerin olduğunu belirtmişti ve mantıklı bulmuştum, zira ben de öyle biliyorum. Bununla birlikte, bir insan nasıl kendi sağlığı bozukken ailesini bile gözü görmezse, kendi türü içinde eşitlik ve özgürlükten uzak iken bir insan haliyle hayvanları da gözü görmeyebilir ama bu, onun ahlaki şizofreni içinde olduğunu göstermez. Tabi Zülal hanım için sosyalizmin yolu da veganlıktan geçiyor zira veganlık en büyük başkaldırıdır. Bunu kapitalist sistemin gıda ve ilaç endüstrilerine olan etkilerinden bahsederek, ayrıca sosyo-ekonomik koşullar üzerinde durarak temellendirmeye çalışıyor. Atlamadan, kedi, köpek gibi hayvanları seviyoruz, ineği, domuzu neden yiyoruz; bu yüzde ahlaki şizofreni diye nitelendirilmiş denilebilir. Bunun için işin etik boyutuna gelelim. Gerçekten de düşündüğüm vakit ilk başta, bir köpeği severken öte taraftan bir ineği yemek bana tutarsızlık gibi geliyor. Sonuçta her ikisi de 'sinirsel uyaranları' olan bir canlı. Lakin işin içine kültürel faktörler giriyor. İnsanın evrimsel gelişiminde et tüketiminin önemli bir etken olduğu anlatılır; bilhassa pişirerek yemeye geçtiği zamanlar. Sosyal bir canlı olan insan, yaşadığı toplumun hakim kültürüne göre bir süre sonra yenilecek veya yenilmeyecek hayvanları kategorize etmeye yönelmiş olabilir. Tabi, coğrafyaya göre kültürün değişmesiyle birlikte kategorizasyon da değişiklik gösterir. (Bknz: Çin) Bundan dolayı, köpeği severken, öte taraftan inek etini yeriz; bundan da rahatsızlık duymayız. [Eti pişirmek demişken vegan beslenme şeklini benimsemiş çoğu insanda, insanın tırnaklarının, dişlerinin çiğ eti yiyecek şekilde olmadığı ve doğadaki hayvanlar gibi uzuvlarını bizzat kullanarak avlanamadıkları nedeniyle sadece vegan beslenme şekline uygun oldukları veya otobur bir canlı oldukları yorumu yapılıyor. Lakin, insan denilen Homo sapiens'in en büyük iki özelliğinden birisi, iki elinin boşta kalması sonucunda alet yapma becerisini geliştirmeleridir. Bundan dolayı da yaptıkları aletlerle avlanmalarından daha doğal ne olabilir. Bununla birlikte, evrimsel gelişiminde günümüzdeki halimize varmamızda eti pişirerek yememiz önemli durak; bunun insan biyolojisinde ve fizyolojisinde etkileri hiç olmamış mı diye düşünüyorum] Kitapta Zülal hanımın okurken istemsizce kahkaha attığım bir parafı oldu: "Balın elde edilme sürecini incelemedikleri için bilgileri de yetersiz çoğunlukla. Balın üretimi için arıların doğal yaşam koşullarından koparıldığını, suni döllenmeye maruz bırakıldıklarını, kraliçe arının hapsedilip öldürüldüğünü bilmiyorlar. Bal üretim sürecinde de zulüm var." Şu an benim ne kadar pislik, zalim, vicdansız hatta faşist [Zülal hanımın deyişiyle natüralist faşist] ve alakası olmasa da ırkçı [kitaba göre türcü daha uygun olabilir bu duruma] olduğumu düşünüyor ve bana kızıyor olabilirsiniz. Ancak kahkaha atmak anlık reaksiyon olup ve gülmenin coşkulu versiyonudur. Bu, genelde alışılagelmedik olaylarla, zıtlıkların bir arada oldukça ciddi bir şekilde sunulması durumlarıyla karşılaşılması esnasında yaşanır. Kendi kendime "Bir arının yaşamdaki mevcudiyetini düşünmeyi kendi hayatının mihenk noktasına taşıyacak kadar bu insan ne yaşadı ya da ne yaşamıyor?" diye sordum. Yanlış anlamamanızı temenni ediyorum, sadece dürüst olmaya gayret ediyorum; yoksa buraya on sayfa oldukça geniş bir kitlenin desteğini ve övgüsünü alacak bir yazı yazmayı da becerebilirim ama Marcel Proust'un en sevdiğim sözlerinden birinde dediği üzere (Mahpus eserinde) "Doğrusunu isterseniz ben hiç üzülmediğimi itiraf etmek zorundayım. Hissetmediğimiz duyguları taklit etmenin anlamı yok..." Bence insan, nasıl gaddar olarak yaşayamazsa aşırı şefkatli veya hassas olarak da yaşayamaz yani yaşamında çok zorluklar yaşar. Eğer unutmak olmasa hepimiz deliririz; anneniz ölür, akşamında arkadaşınızla sohbet ederken gülersiniz, maç muhabbeti yaparsınız. Her gün ölüme doğru gideriz ama çoğunlukla umrumuzda olmaz. Şimdi, ben, farazi olarak beni hayata getiren, büyüten kadın olan annemin öldüğü akşam arkadaşımla sohbet ederken gülebiliyorsam; ölüme giderken çoğu kez bunu yadsıyabiliyorsam bir zahmet kraliçe arının mevcudiyetini de hayatımın mihenk noktasına koymamam ve onu yadsıyabilmem nedeniyle, anormal karşılanıp, gaddar, pislik, zalim, faşist pardon natüralist faşist ve ırkçı kategorisine girmeyeyim. (Kraliçe arı da ölsün demiyorum, arılar da ölmesin, yaşasın) Ayrıca, kraliçe arınınki can da karıncanınki (bknz: hizliresim.com/2djdcq ) patlıcan mı? Her gün sokakta bireysel olarak onlarca, (mevsimine göre) yüzlerce, topluluk olarak düşünürsek binlerce, on binlerce karınca eziyoruz. Madem öyle, onları da en az kraliçe arı kadar hayatımızın mihenk noktasına koymamız gerekmez mi? Benim tavsiyem, bu doğrultuda hemen tüm şehir sistemimizi yenilememiz. Örneğin; karıncalar geçerken tüm trafik dursun, aynı aklıma adı gelmeyen formatı, duvarda biri sayar sayar dönünce de herkes o anki pozisyonunda durma şeklinde olan küçükken oynadığımız oyundaki gibi. Ondan sonra hamam böceklerinin günahı ne? Herkes yüzünü ekşitiyor görünce, üstüne basıyor hemen olmadı kapı dışarı ediyor. Yazık değil mi hayvana. (Bknz: youtu.be/CuE-I0GI0mQ) Peki pireler, özellikle sivrisinekler? Çeltik ekilen yerlerin yakınlarında oturanlara diyorum özellikle, (ben de yaşadım bir ara) hiç vicdanınız sızlamıyor mu, o sadece kendi küçücük karnını doyurma peşinde olan sivrisinekleri (bknz: youtu.be/bgJOTOOEZuY) elinize aldığınız o kapitalist sistemin beyin yıkama aletleri olan gazetelerle, kitaplarla vurarak duvara sanat tabloları gibi asarken. Peki bok böcekleri? Hayvana bir kere koyduğunuz ada bakar mısınız! Ayıp değil mi? Tamam, hayatını bok taşıyarak idame ettiriyor olabilir lakin ne kadar zor biliyor musunuz öyle yaşamak. (Bknz: youtu.be/0O4OLGF4PQo) Ayrıca Eski Mısır'da pek çok insan, bok böceklerine taparmış. Mihenk noktası alma diye buna derim. Zülal hanım kitabın bir yerinde, tabiki böcekleri görünce iğreniyorum ama onları öldürmeden kibarca alıp dışarı koyuyorum demişti ve bunun gibi hususlardan hareketle vegan etiğin ne kadar hassas ve yüksek olduğundan bahsetmiş, yine bu bilincin sağlanmasıyla mübalağa ederek söylersem biraz, dünyanın kurtulacağının işaretini veriyor. Olabilir gerçekten pek ihtimal vermesem de, ben net bir yargıda bulunmuyorum lakin, kalkıp "Bu NATÜRALİST FAŞİZM artık beni çileden çıkarıyor. Kadın zayıftır dövelim, HAYVAN APTALDIR YİYELİM, bedensel engelli sakattır eve tıkalım, zihinsel engelli gerizekalıdır bodruma zincirleyelim, fakir beceriksizdir gecekonduya tıkalım, göçmen farklıdır gettolara tıkalım, eşcinseller hastadır tedavi edelim... Farkındaysan, hepsinin altında aynı HİTLERCİ ZİHNİYET VAR," dersen ben de ona derim ki, bugüne kadar bilerek veya bilmeyerek öldürdüğünüz karıncaların, hamam böceklerinin, sivrisineklerin, pirelerin ve bilimum sizinle eşit boyda olmayan, duygusal motivasyonunuza hitap etmeyecek veya diğer canlılar kadar hitap etmeyecek düzeyde olan başka canlıların hesabını ver, ondan sonra gelip faşistliği, Hitler'i ağzına al derim. Zaten, günümüzde hoşlanmadığına, ideolojine ait olmayana bu ikisini demek alışkanlık oldu. Yaftalamanın dayanılmaz hafifliğini yaşamak rahatlatıcı ve oldukça destek çekici tabi, onları da anlıyorum. Aynı şekilde, "Tabağınızdaki et, gerçekte mezbahada katledilmiş bir hayvandır. 'O katliamı ben yapmıyorum,' diyerek zulümde payı olduğunu inkar edebilir mi insan?" derse ben yine yukarıdaki masum canlıları gösterebilirim. Böyle insanların sinirlerini hoplatacak veya tam tersi kahkaha attıracak şeyler deyip sonra da otomatik olarak, dünyanın en ahlaklı ve etik insanları olmanın yolunu doğrudan veya dolaylı yoldan vegan olmaya bağlamak kibrin dik alasıdır. Ahlakı kendi tekelinde gören dincilerden ne farkı kalır insanın bu mantıkla hareket edince. Ayrıca, bu sinirsel uyaranları olan hususu da bir dogma olma yolunda ilerliyor. Neden kıstas bu? Çünkü etki yaptığımızda aktif bir tepki almamız, onların acı duyması vs. Peki ölçüt bu mu olmalı gerçekten, madem çok hassas, şefkatli olacağız, en ahlaklı en etik olacağız ya. Ben de o halde görüyor ve artırıyorum: acı çeksin veya çekmesin küçük, büyük her bir canlının yaşama hakkı vardır. O halde, biz insanlar, onların hiçbirine zarar vermemeliyiz. Etik miydi mesele; buyrun. Yoksa sadece kendimizi daha iyi, huzurlu hissetmek mi? Eğer mevzu ikincisiyse bir omnivor çıkıp ben böyle iyiyim ve huzurluyum ama sen kalkıp beni böyle yaftalarken kötü ve huzursuz oluyorum diyebilir. Yani sizin kıstaslarınız evrensel değildir, aynı başkalarınınki gibi. Ama bence insanın, kendi iyiliğini düşünmeden attığı tek bir adım bile yoktur, kendisi istediği kadar fedakarlık yaptığını söylesin dursun, fark etmez. Bu açıdan, Zülal hanım gibi düşünenlerin tavrı çok garip değil, yani kendilerini huzursuz ve kötü hissettirecek canlıları bir kıstas olarak almaları. Lakin bu ne kadar etik? Nasıl Zülal hanım ideal etik bir düzen kuramazsa bu konuda, kendi kendine birtakım dogmaları temel alıp kendince bir 'ideal' kurup düşünüyorsa, başka fikirde olanlar da farklı şekillerde 'idealler' kurarlar. Onlar da garip değil. Can bey konuyu çekinerek bir yerde Kurban Bayramına getirmişti ve Zülal hanıma, "Müslüman birisi vegan olabilir mi?" diye sormuştu. Bence olamaz. Çünkü, her ne kadar vacip olsa da yani farz bir ibadet olmasa da faal olarak en etkin ibadetlerden birisi. Bundan önemlisi, (Ortadoğu) dinlere göre, insan en üst canlıdır ve hayvanlar da onlar için yaratılmıştır. Kutsal kitaplarda, hangi hayvanların yeneceğinden, hangilerinin yenmesinin haram olduğundan bahsederek bir kategorizasyona gidilmiştir. Eğer, Müslüman vegan olursa, otomatik olarak türcülüğü tamamen reddedecek ve bu da onu dine karşıt bir konuma taşıyacak. (Bu konuda fikrinizi paylaşmak isterseniz, yazabilirsiniz) Zülal hanım, Yaşar Nuri Öztürk gibi modernist isimlerden daha ılımlı örnekler vererek durumu biraz kurtarmaya çalışmış gözüküyor. Bunun dışında tabiki katıldığım noktalar da vardı; bilim bu kadar ilerlemişken hayvan deneylerinin alternatif yolları bulunamaz mı sorusu mantıklı. Petshopların kaldırılması, kuşların evde kafes içinde bakılmaması da aynı şekilde. Sonra, temel sorun, kapitalist dünyada gıda endüstrisinin gelişmesi ve bunun artık çevreye oldukça zarar verir boyuta gelmesi, hayvanların eskisi gibi meralarda ihtiyaç kadar değil de koşulların kötü olduğu mekanlarda ihtiyaç fazlası bir üretime gidilmesi. Bunun dışında en son yapay et üretiliyordu, ne aşamada bilmiyorum. Umarım normal etin besleyiciliği ve lezzetinde olur da doğa için daha olumlu bir duruma geliriz. Çünkü gıda endüstrisinin gidişatı yakın gelecekte değişeceğe benzemiyor. Gerçi Zülal hanım, yapay eti de kabul etmiyor ama olsun. İyi okumalar..
Veganizm: Ahlakı, Siyaseti ve Mücadelesi
Veganizm: Ahlakı, Siyaseti ve MücadelesiZülal Kalkandelen · Propaganda Yayınları · 201359 okunma
··
1.193 görüntüleme
Ömer okurunun profil resmi
İşte bu gerçekten bir inceleme olmuş. Öğretici olmuş. Keyifle okudum. Eline, emeğine sağlık, ağabey.
Kaan okurunun profil resmi
Teşekkür ederim, beğenmene sevindim. Ama daha hoşuma giden ANLAŞILMAK. Bunun için de senin gibi herhangi bir noktaya saplanmadan okumak, yaklaşmak gerekiyor. Bunun için teşekkür ederim.
1 sonraki yanıtı göster
Necip G. okurunun profil resmi
Kaan bu inceleme belli ki seni birçok açıdan yormuş. Hem incelemenin kendisine, hem de yorumlarda kendini ifade edebilme çabana ve sabrına hayran kalmamak elde değil:) O yüzden ben fazla uzatmayacağım dostum. Alıntılarını takip ediyordum ve incelemeyi görünce büyük bir merakla okumaya koyuldum. Zaten oldukça uzun bir inceleme olduğu için tek tek detaylara girmenin bir anlamı yok. Genel olarak kendi adıma oldukça faydalandığımı, büyük ölçüde seninle aynı fikirde olduğumu paylaşmak istedim. Harcadığın emeği çok değerli buluyorum. Böyle hücrelere kadar inen detaylı bir incelemeye tümden katıldım ya da katılmadım demek oldukça saçma olur zaten. Hep şunu düşünmüşümdür bu konuda; veganlık bir beslenme şekli veya tercihi diyelim. Yani eşcinsellik veya ateizm gibi üzerinde toplum baskısı kurulan, ‘çoğunluk’ tarafından dışlanan bir durum değil. Kimse vegan olduğu için ötekileştirilmiyor. Vegan olduğu için iş bulamayan, ev kiralayamayan bir vakaya denk gelmedim mesela ben. Dolayısıyla veganların ısrarla kendilerini bir ‘azınlık’ statüsüne getirme çabalarını, diğer dışlanan gruplarla kendilerini denkleştirmelerini, olayı sık sık siyasileştirmelerini anlamakta güçlük çekiyorum. Tabii ki bunlar benim yüzeysel fikirlerim. Konu üzerinde derinleşmedim şu ana kadar, senin gibi okumalar da yapmadım. Ancak çevremde tanıdığım birkaç veganı da çok samimi bulmuyorum. Samimi yanlış oldu, çok doğal bulmuyorum. Yani bana altı boş bir veganlık gibi geliyor. Tabii ki genelleme yapmıyorum. Amacım niyet okumak da değil. Ancak toplumda ‘yeni bir akım çıksa da içine girsem’ diye bekleyen, toplum içinde kendini tanımlayabilmek için bu tarz şeylere ihtiyaç duyan bir kitlenin varlığını da biliyorum. Ve bir beslenme biçiminin, neredeyse bir ideolojiye dönüşmesini biraz da buralara bağlıyorum... Herneyse, uzatmayım dedim ama uzattım yine lafı:) Emeklerine sağlık Kaan, konuyu böyle detaylı bir şekilde inceleyip paylaştığın için ayrıca teşekkürler... Sevgilerimle...
Kaan okurunun profil resmi
Teşekkür ederim, beğenmene ve düşüncelerini paylaşmana sevindim Necip.☺ Malesef günümüzde moda olduğu için bir akıma girip buradan aldığı aidiyet duygusuyla tatmin olan çokça insan var. Bu şekilde bilinçsiz bir yöneliş, bilinçli olanların da ciddi olmadıkları izlenimini uyandırıyor. Yani, bilinçli şekilde vegan olan insanlar, tehdidi dışarıda değil içeride aramalılar. Aşırı siyasallastirmanin kökeninde bence, hayata bakışın keskin şekilde değişimi bulunuyor: bana göre mangal olan ona göre katliam oluyor. Buna tepki vermek istiyor ama az sayıda olduğu için beklediği kadar ses getirmiyor. Bu sefer misyonerlige başlıyor, yeterli gelmiyor ve bir yandan da hınç dolmaya başliyor. Son çare olarak, saydığin ve toplumda gerçekten daha ciddi olumsuz durumlarla karşılayan unsurlar gibi kendilerini konumlandirmaya başlayıp taraftar toplamaya çalışıyorlar. Bununla birlikte her mağduriyet söylemenin içinde az veya çok güç istemi vardır. Açıktan güç isteminde bulunmaya göre bu şekilde mağduriyet perdesi altında bir hareket, daha caziptir. Farklı farklı çevrelerden destek görürsun çünkü. İlk başta dediğin nokta için de bazen insanlara kendimi anlatmaktansa deveye hendek atlatasim geliyor. :)) bir yandan da bu tarz insanların gelmesi, iyi oluyor; çünkü benim o kadar yazıp yazıp anlattigima nokta atışi örnek teşkil etmiş oluyorlar istemeden de olsa :)
2 sonraki yanıtı göster
harunk okurunun profil resmi
İncelemenden anladığım kadarıyla yazarın inançlarının aksine(Evet, yazarın iddiaları tam olarak böyle adlandırılır. Ahlaki bir yargı öne sürdüğünüz her durumda kişisel kabullerinizden dayanak alırsınız ve bu kabullerin doğası da inançtır.) her biri ayrı ayrı derinlemesine tartışılmayı hak eden, güzel ve bir o kadar da önemli noktalara dikkat çekmişsin Kaan, emeğine sağlık. Ancak ben ayrıntılara girmeyip, ilk paragrafta bahsettiğin hususla ilgili fırsattan istifade bir iki şey söylemek istiyorum. Çünkü söz konusu mesele günden güne büyüyen bir problem olmaya başladı ve çözüme kavuşturulması bir yana, henüz çoğunluğun problemin varlığından bile haberi yok. Bizde henüz Avrupa ve ABD ayarında olmasa da feminizm, veganlık, LGBTİ hakları, vs gibi düşünce akımlarının savunucularının önemli bir kısmı, görüşlerinin veya argümanlarının herhangi bir eleştirisini dahi kabul edilemez bulup, rasyonel bir tartışma yerine hemen yazında bahsettiğin türden yaftacı, tepeden bakan bir tavra yöneliyorlar. Böyle dogmatik bir tavrın da tarafların hiçbirine bir faydası olmuyor doğallıkla. Burada iyi anlaşılması gereken genel prensip şu: bulunduğunuz konumun, savunduğunuz düşüncenin, ait olduğunuz azınlığın(Çoğunluğun inançlı olduğu bir ortamda inanmayan birisi olarak kategoriye ben de dahilim) tarihsel ve güncel bir takım haksız uygulamalara maruz kalması, söylediğiniz her şeyi, ileri sürdüğünüz her savı otomatikman doğru yapmaz. Bu ikisi birbirinden ayrı olgulardır ve iddialarınızın değeri kendi içerisinde değerlendirilmelidir. Bunun da yöntemi zaman zaman benim de edilgen bir şekilde muhtelif ortamlarda karşılaştığım gibi karşıdakini dinlemeden slogan atmak değil, görüşlerinizi mantık ve bilim temelinde ispat etmeye çalışmaktır. Aksi takdirde alacağınız sonuç insanların fikirlerini değiştirmesi, alışkanlıklarını dönüştürmesi değil, size ve görüşlerinize karşı bir antipatiden başka bir şey olmayacaktır.
Kaan okurunun profil resmi
Teşekkür ederim Harun, beğenmene ve ilk paragraf hakkında değerli bir yorum yapmana sevindim. Çünkü, son zamanlarda dikkatimi çok çeken ve her geçen gün beni daha çok irrite eden bir husus. Hatta bu kıstaslara uyan bazı konularda bu sitede iletiler de yazmıştım. Birisinde alakasız bir şekilde ırkçı olarak yaftalandım. Hat konusu sicakken bu sitede kaç kere yorumlarda denk geldiğim ve bilhassa dinci kesime karşı aynı fikirde olup tartışmada destek verdiğim (haklı olduğu vakit tabiki) ya da destek gördüğüm bir kişi tarafından anında engellendim. Bu, aslında dolaylı yoldan tacizci olarak görülmek veya en azından buna yol açan eril sistemi savunan biri olarak konumlandırılmam anlamina geliyor. Ya da HDP'nin ve bazı aşırı sol fraksiyonlarin Kürtlerle ilgili bazı haberler hakkında yaptıkları bilgi kirliliği nedeniyle temkinli yaklaşınca yine ırkçı, faşist, kafatasci ya da en hafif tabirle kandırılmış olarak kodlaniyorsun, zaten yine aşırı veya ondan bir alt seviyedeki sol fraksiyonlar işine gelmedikleri herkesi faşist ilan ediyorlar. Homoseksüel ilişki beni tiksindiriyor dediğin anda homofobik ve gerici oluyorsun, halbuki bir heteroseksüel olarak homoseksüel ilişkiden tiksinmiyorsam sorun var demektir. Bu liste uzar gider.
2 sonraki yanıtı göster
Bu yorum görüntülenemiyor
Simge okurunun profil resmi
Kaan Bey merhaba. Benim de yer yer size, Can Bey ve Zülal Hanım'a katıldığım/katılmadığım noktalar var. Ama Zülal Hanım'a biraz fazla yüklenmişsiniz gibi geldi bana. :) Evet Can Bey'e göre daha keskin görüşlü, daha net ve kesin  söylemlerde bulunuyor ancak bunu yaparken baskı, zorlama; yaftalama, suçlama gibi şeylere başvurduğunu düşünmüyorum. Şöyle de bir şey eklemişti: " Her bireyin bu dünyada yaşayacağı tek bir hayatı var ve onu istediği şekilde kurgulayacaktır. Ancak benim de bildiğim doğruları açıklama hakkım var; dileyen katılır, dileyen katılmaz. Altını çizmek isterim ki, tanımadığımız insanlara ahlaksız demiyoruz ve zaten öyle bir hakkımız da yok; mesela bir insan belki çoğunlukla ahlaklı biridir ama hayvanların yaşam hakkının elinden alınması konusundaki tutumunu etik bulmadığımı söyleyebilirim." Herkes, benimsediği düşünce çerçevesinde belli görüşleri sert bir şekilde savunuyor, dile getiriyor olabilir. Fanatizm seviyesine gelmese dahi doğru olduğunu, olması gerekenin bu olduğunu düşündükleri için benimsiyorlar neticede ve haliyle bunun için mücadele ediyor, yeri geldiğinde diğer insanlara anlatmaya çalışıyorlar. Vegan olmayı düşünen biri olarak derinlemesine araştırmaya çalışıyor, farklı fikirleri değerlendiriyor, objektif yaklaşmaya çalışıyor, kendi düşüncelerim doğrultusunda en doğru kararları vermeye çalışıyorum. Beslenme konusunda da epey inceledim ve bu konuda Zülal Hanım'ın söylediği gibi vegan beslenmenin koşulsuz en sağlıklı hatta tek sağlıklı, en sürdürülebilir, en doğru beslenme şekli olduğunu düşünmüyorum; keza insanın doğal yapısının tamamen vegan beslenmeye uygun olduğunu da. Ama karşılaştırma yapıldığında nispeten yaygın görülen rahatsızlıkların (obezite, kalp damar hastalıkları, kanser vs) riskini taşıma kapasitesi omnivor beslenmede daha fazlaymış gibi duruyor otobur beslenmeye göre. Öte yandan otobur beslenmede çinko,  B12 ve D vitaminlerinin omnivor beslenmeye göre daha az alındığı gibi omnivor beslenme biçiminde ise magnezyum minerali, C, E, B3 ve B9 vitaminleri otobur beslenmeye göre daha az alınıyor. Bkz: evrimagaci.org/omnivor-beslenm... Bu karşılaştırmayı daha da detaylandırıp kendi sağlığına göre bir karar verebilir her insan. Ben  açıkçası işin etik boyutunu kendime gerekçe edinirsem, takviye gıda sorun olmaz benim için, bitkisel beslenmeyi dengeli ve yeterli bir şekilde düzene oturtup sağlığımı korumaya çalışırım. Yani dediğim,vegan beslenmenin de diğer beslenme biçimleri gibi kusursuz olmadığı, ancak dengeli, yeterli olduğu sürece ortaya büyük sorunlar çıkmayacağı. O halde vegan yaşam tarzını benimsemek istiyorsam beslenme/sağlık beni vazgeçirecek bir gerekçe olmaz. Bunun dışında Müslüman vegan olur mu, bu konuda sizinle aynı fikirdeyim. Dinin kendi özelliklerine göre bakıldığında çelişkiler bulabiliriz, bunu siz zaten belirtmişsiniz. Ama kişilerin kendi din yorumları da epey farklı olabiliyor. Örneğin kesin olarak hayvan yemenin gerekli olduğu, zorunluluk olduğu gibi ifadelerin Kuran'da yer almadığını belirterek vegan olan müslümanlar var. Bu konuda bir şey diyemiyorum, inançlarını nasıl yorumladıkları onlara kalmış tabii. Genel olarak düşüncelerim bunlar. Henüz kendimce açıklık getiremediğim noktalar da var. Onları da elimden geldiğince çözmeye çalışıyorum. İncelemeniz için teşekkür ederim. Bana farklı birkaç açı daha kazandırdı. Keyifli okumalar dilerim.☺
Kaan okurunun profil resmi
Teşekkür ederim yorumunuz için. :) işin beslenme boyutunu biliyorum. Bununla birlikte, benim incelememde eleştirdigim nokta ilgili kişinin yaklaşımlarıydi, yoksa bitkisel ağırlıklı beslenmenin olumlu yanlarına vakıfım. Tekrara düşmek istemiyorum, sadece yazardan aktardiginiz yazıdan hareketle ben de şunu demek istiyorum: Ben dinlere inanmayan biriyim. Kanun gereği dinin bana nasıl göründüğünün detayina giremiyorum ama siz tahmin edin. Neyse, dinin günümüzdeki etkilerini etik bulmuyorum, o halde bunu diyebilmeliyim. Bunda da en azından aklı başında insanlar hemfikir olacaktır. Ancak benim tepki verdiğim ya da eleştirdigim nokta, eğer ben, kalkıp biri namaz kilarken onun arkasına geçip dalga gecersem ya da dinlerinin başka yönlerinin mantıksız olduğunu onlar bunu istemediklerini belirttikten sonra ısrarla söylemeye devam edersem ve bunu oldukça saldırgan bir üslupla yaparsam, sorunun ortaya çıkacağı ve bunun da etik olmayacagidir. Aynı şey yazar ve ondan hareketle, Fanatik bir şekilde veganizm mücadelesi verenlerde de söz konusu. Geçen gün How I Met Your Mother'in bir bölümünde bir sahneye denk gelmiştim konuyla ilgili: dizideki arkadaş grubu et restaurantina giderler, Ted'in sevgilisi ise vegandir, benim için sorun yok der kadın ama hemen ardından masada bulduğu şeyleri bunların suratına "katiller, vahsiler" vs diyerek atar ve ortamı terk eder. Burada bu kadına göre tablo öyle olabilir lakin kalkıp başkasıni bu şekilde rahatsız etme hakkı yoktur. Benzer bir olay; geçen günlerde sosyal medyaya düşmüştu. Bir tarikattan birkaç kişi, önce alkollü balık lokantasindakileri, ardından da bir pavyondaki insanları dinleri gereğince uyarip onlara tebliğde bulunuyorlardi. Şimdi bu kişiler de kendi acilarindan doğruyu yapıyorlar. Ancak yaptıkları insanları rahatsız etme hatta taciz etmedir ve etik değildir. Benim eleştirilerim ve tepkilerim, ağırlıklı olarak bu tarz yaklasimlara, yani kendi doğrularıni başkalarına fanatikce dayatanlara, başkalarını rahatsız edenlere ve bir de bilmek için bilim yapmayıp, ideolojisini, doğrularıni bilime söyletmeye çalışanlara ve giderek daha çok komplocu bir mantığa dönüşmeye. Yoksa, bunun dışında isteyen istediği beslenme şekli doğrultusunda bir tercihte bulunabilir tabi ki. Son olarak, yazı dilinden dolayi bir yanlış anlaşılma olmasın, olumsuz manada bir tartışma yapmak (kavga etmek vs gibi) gibi bir amacım yok, ya da su an sinirli, tepkili değil size; belirtiyorum zira çokça yanlış anlaşıldigim olmuştu ve bir kere yanlış anlasilinca insanlar aksini de kabul etmiyorlar maalesef :)))
2 sonraki yanıtı göster
Kübra okurunun profil resmi
Merhaba incelemenizi okudum izlediğim bir belgeseli tavsiye ederim izlemelisiniz " THE GAME CHANGERS" ( Netflix). Bir sporcunun beslenme üzerine yaptığı araştırmalar ( bitki bazlı ve hayvansal bazlı besinlerin karşılaştırması)
Kaan okurunun profil resmi
Teşekkür ederim. İzleyeceğim.
Taşındım! okurunun profil resmi
Yorumlama yeteneğinize hayran kaldım.
Kaan okurunun profil resmi
Teşekkür ederim, beğenmenize sevindim.
11 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.