Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

228 syf.
9/10 puan verdi
O, en büyük Türk!
Yine Atatürk incelemesi ile karşınızdayım. Diyebilirsiniz ki "Bu da Atatürk'ten başka bir kitap incelemiyor", isyanınızda haklı olsanız bile elimde değil, çünkü Atatürk tarih sayfalarına sığan bir insan değildir. Onun, çatık kaşlı tarihin dışında kalan nice yönleri vardır. Bunları ancak okuyarak, araştırarak, anlatarak öğrenebiliriz. Aynı zamanda bu az bilinen harika kitapların daha fazla tanınmasını sağlamak için yazıyorum. Kitaba gelecek olursak, kitap Atatürk hayatını baştan sona anlattığı bir biyografi kitabı değil, ama ele aldığı konular: Osmanlı Devleti'nin son dönemlerini, Atatürk'ün hayatında önemli yere sahip olan Kurtuluş Savaşını ve Milli Mücadeleyi dönemin konu başlıkları altında inceliyor ve bunu yaparkende yazar, sivri bir dil kullanmayı ihmal etmiyor. Kitabın yazarı olan Herbert Melzig bir Alman. Kendisi Atatürk'ün yanında bulunmuş ve dönemin Türkiyesi'ne üniversitelerde tarih dersleri vermiş bir kişidir. Bu açıdan dolayı yazarın, dışarıdan bir gözle dönemin manzarasını bizlere sunmuş olması büyük bir nimet. Bakınız Herbert Melzig, Atatürk'ün ölümünün ardından neler söylemişti: "O'nun peşinden gittiği güç, sevginin gücüydü! Istırap çeken dünyada barış ve esenliği yeniden kurmak ve insanlığın yalnız maddi değil, manevi gelişmesini sağlamak isteyenler Atatürk'ün iman verici ve yön göstericiliğinden örnek ve kuvvet alsınlar." Yazar, Osmanlı Devleti'nin son dönemlerini anlatırken çok güzel tespitlerde bulunuyor. Daha doğrusu Türk yazarların bahsetmek istemedikleri, merdiven altı tarihçilerin halı altı ettiği bir konuyu dile getiriyor. O konuda tabiki Osmanlı Devleti Hanedanı'nın dejenere olduğunu ve devletin yozlaşmasında bu bozulmanın asıl unsur olduğunu dile getiriyor. Bilmeyenler için bir de ben anlatayım: Osmanlının devlet yönetimi ve teşkilatı kurulduğunda yüzde yüz Türk idi. Peki yıkıldığında öyle miydi? Ne kadar Türk'tü? Bu hususu iyi bilip meseleye öncelikle bu açıdan bakmak lazım. Osmanlı kurulurken Ertuğrul, Ataman, Afşin, Orhan’dık; Türk’tük yani. İlk 250 yıl Osmanlı bir Türk İmparatorluğudur. İşte bu yüzden girdiğimiz bütün savaşları kazandık. Çünkü bizi "devşirme" dediğimiz azınlıklar henüz yönetmiyordu. Tuna boyları, Karpatlar, Macar Ovaları Türk atlılarının nal sesleri ve kılıç şakırtıları ile inledi. Ta ki halifeliği alana ve devşirmeleri devlet yönetiminde söz sahibi etmemize kadar başarılarımız devam etti. Her şey o kadar güzel giderken Yavuz halifelik sevdasına düştü. Halifelik dini değil siyasi bir kurumdu ve siyaseten bu kuruma ihtiyacımız yoktu. Sadece Asya değil Avrupa da Türk’ün gücü önünde baş eğiyordu. Yavuz hocası Şeyh İdris Bitlisi’nin yönlendirmesi ile Mercidabık ve Ridaniye savaşlarını kazanarak Abbasi halifeliğini İstanbul’a getirdi. Ama Arap dünyası halifeliğin Türklere geçmesine karşı çıkıp Yavuz’a biat etmediler. Bu sorunu çözmek için orta bir yol bulundu. Mısır ve Arap dünyasından bin kadar din bilgini İstanbul’a davet edilerek, para, mal, mülk, arazi de verilerek kalıcı olarak yerleşmelerini sağlandı. Bu gelenler Arap milliyetçisiydiler. “Türk” kavramının yerini bugün olduğu gibi “tek millet” almaya başladı. “Türküm, Türkmenim” diyen Aleviler, Kızılbaşlar aşağılandı, dışlandı, kafaları kesildi. Hatta Yavuz'un Aleviler'in sesini kesmek için bölgeye Kürt aşiretlerini yerleştirip Türkmenleri, Kürt aşiretlerine öldürtmesi ile iki bölge halkını birbirine kırdırması bu döneme dayanmaktadır. Bir diğer sıkıntısı ise Fatih'in devleti merkezleştirme sevdası yüzünden planlı bir şekilde devlet yönetiminden Türk aileler -Çandarlılar gibi- yönetimden tek tek uzaklaştırıldı. Ve böylece devlet yönetimi Türklerinden elinden çıkıp, devşirmelerin eline geçmeye başlamıştı. Şu popüler Tvlerde ülke ülke gezen programcılar vardır hani, onlar Balkan Devletlerine gittikleri zaman sürekli Osmanlıların bırakmış olduğu yapılardan bahsederler. İşte bu yapıların neden çoğunluğunun Balkanlarda yapıldığını, ama Anadolu'da ise neredeyse bu yapıların parmakla gösterecek kadar neden az olduğunu düşündünüz mü hiç?! Sebebi devşirmelerin kendi memleketleri olan Balkanlara yatırım yapmasından kaynaklıdır. Çünkü onlar kendilerini hiçbir zaman Türk olarak görmedi. Aynı nedenden bu, devşirme paşaların çıkan Celali Ayaklanmalarında neden Anadoluda kan dökücü olduklarını da sorguladınız mı hiç? Sadece Kuyucu Murat Paşa’nın kellesini kestirip kuyulara doldurduğu Türk sayısı yüz binin üzerindedir. Osmanlı’nın son 350 yılı ilk 250 yılın tersine Türklere zulüm yılıdır. Artık devşirmelerin yönetimi yozlaştırması ile Arap kültürü Anadolu’ya bağdaş kurup Türk kültürünü boğmaya başlamıştır. Bu zulümden en çok payını alan da ses bayrağımız Türkçe olmuştur. Türkçe saraydan, devletten, edebiyattan kovulmuş ancak dağlarda, ıssız ovalarda barınmaya başlamıştır. Yavuz’un getirdiği Arap bilginleri yobaz mı yobazdılar. Onların fetvaları ile matbaa “Gavur icadı” denilip İstanbul’a sokulmadı, onların fetvaları ile “Meleklerin bacakları seyrediliyor” denilip İstanbul Uzay Gözlemevi top atışları ile yıkıldı. Ve ilk 250 yılında bir Türk İmparatorluğu olarak kurulan Osmanlı dejenere oldukça batmaya, son 350 yılında girdiği bütün savaşları kaybetmeye başladı. Ali Seydi merak etmiş, Devleti Osmaniye Tarihi'nde bir istatistik çıkarmış, buna göre 200 kadar sadrazamdan yüzde 10'u Türk olup üst tarafı yabancı milletlerdendir! Bu hallere göre, kötü idareden şikayet biz Türklerin hakkı iken, talihin ne hazin cilvesidir ki, fenalıkların belli başlı sebebi olan gayri Türkler, Türkten şikayetçi olmuşlardır... Kurulurken Türk adı taşıyan padişahlar, devlet yıkılırken Abdülmecit, Abdülaziz, Abdülhamit oldular. En sonunda Balkan Savaşları yenilgisi ile yeniden Anadolu’ya yani doğduğumuz topraklara döndük. Onuda Sevr Antlaşması ile elimizden almaya çalıştılar. Şimdi, Atatürk'ün Türkiye Cumhuriyetini kurarak neyi başardığını anladınız mı? Atatürk ve Milli Mücadele önderleri, İstiklâl Savaşımızı sadece işgalci, emperyalist devletlere karşı vermediler. Bu savaş, aynı zamanda Emperyalistlerin kuklası olmuş, sarayı ve devlet teşkilatını ele geçirmiş, sisteme nüfuz etmiş azınlıklara, yozlaşmış ahlaksız devşirmelere karşı da verilmiştir. Bu mücadele zaferden sonra tekrar saray hakimiyetine girmek için değil, devlet yönetiminden, teşkilatından, sistemden büyük ölçüde dışlanmış olan bu vatanın öz evlatları, sahibi olan Türk milletini tekrar hakim kılmak, tek söz sahibi yapmak; kayıtsız, şartsız, şurtsuz, aracısız tam bağımsızlık için yapılmıştır. Bazılarınız bu yazdıklarımdan rahatsız olacağına şüphe yok, ama üzgünüm bu gerçekleri birilerinin dile getirmesi gerekiyor. "Tarihimizi karalamayalım" sloganından sıkıldım! Osmanlı, Batı medeniyetini "kaka" ilan etmenin, mankurtlaşmanın bedelini yıkılarak ödedi. Matbaayı geç almanın, bilime sırt dönmenin, felsefeyi, pozitif bilimleri medreseye yani üniversiteye sokmamanın bedelini ödedi. Kim yaptırdı bunları? "Meleklerin bacakları seyrediliyor, derhal yıkılmalıdır" diye İstanbul Uzay Gözlemevi'ni topa tutturan din adamları yaptırdı. Osmanlı tarihi konusunda yandaş tv dizileri gerçeklerden uzak romantik bakış açıları oluşturmuştur. "Hepsi bizimdir, tarihimizi karalamayalım" korosunu dinlersek Osmanlı'nın niye yıkıldığı, niye çağa ayak uyduramadığını bile konuşmamalıyız. Gereksiz bir kutsaliyet verme çabası. "Eleştirmeyin, olumsuzları görmezden gel, olumluları al, ne yapmışlarsa bir bildikleri vardır" zihniyeti. Koskoca Osmanlı'nın tüm yanlışları, günahları Cumhuriyeti kuran birkaç kişilik ekibin üstüne yıkılıp, ballandıra ballandıra tekrar ediliyor. Bir Allah'ın kulu da çıkıp demiyor ki 1600'den 1900'e kadar saraydan çıkmayan, halktan, gerçeklikten, dünyadan uzak bu adamlar mirasyedi gibi hazır para yedi oturdular, Türk halkı için birşey yapmadılar. Avrupa, fabrika üzerine fabrika, yol üzerine yol yaptı. Senin Anadolun niye yerlerde süründü? Anadolu'da niye hemen hemen hiç Osmanlı eseri yok? Neden Türk halkı aç ve sefil kaldı? Neden kendi topraklarında tahkir edildi? İşte bunları konuşmak tarihimizi karalamaya girermiş! Osmanlı yıkılalı yüz yıl geçmiş, biz hala romantik duygularla hamaset peşindeyiz. Neyse "Osmanlı torunuyuz," deyip Osmanlının vergiye bağlayıp belini büktüğü gariban köylünün torunu olduğunu unutanlara neyi anlatacaksınız ki! Biz bu kafayla ne bu çağı yakalayabiliriz ne de gelecek çağları... Tekrardan Atatürk'e dönecek olursak: Dahi bir komutan, dahi bir devrimci, dahi bir devlet adamı, tüm bunların hepsini şahsında toplamış, parçalanmış bir ülkeden özgür ve bağımsız bir devlet çıkarmayı başarmış tarihte bir ikinci kişi daha yoktur. Tüm bu saydıklarımın da üstünde daha önemli bir niteliği de vardı. O, bir sanatçıydı. Kendi yarattığı ve hep zirvesinde olacağı bir sanat dalı, bu düşmandan dost yaratma sanatıdır. Binlerce km öteden binlerce evladını gönderdiği savaşta kaybeden annelere yazdığı tek bir mektupla Avustralya ve Yeni Zelanda halkının halen sürmekte olan dostluğunu kazanan bir sanatçıdan, henüz birkaç yıl önce denize döktüğü düşmanının onu Nobel Barış Ödülüne aday gösterdiği bir sanatçıdan söz ediyorum. Ne mutlu bize ki böylesi insanlığın yüz akı olan kişi bizden biri. Böyle ileri görüşlü, yenilikçi, zeki bir liderin kurduğu topraklarda özgürce yaşıyoruz. Dünyanın her yerinde övgüyle anılan ve sayısız başarılarıyla sadece Türklere değil tüm insanlığa altın bir imza bırakan önderimiz var. Hırsı, azmi, iradesi, zekası ve yeteneği sayesinde yitip tükenmiş durumda olan bir karış topraktan özgür ve uygar bir Türk Devleti oluşturan yegâne, eşsiz, benzersiz, yüce insan. "Büyük Yunan filozofu Platon'un 'Krallar filozof olsa ve filozoflar kralların tahtına otursaydı' şeklindeki dileği, iki bin yıllık tarihte gerçekleşmedi. Hâlbuki 20. yüzyılda ilk defa olarak Atatürk'ün şahsında Platon'un istediği gibi, kelimenin tam anlamıyla bunu görmekteyiz. O, dahi bir fikir adamı olarak bir milletin, yani Türk Milleti'nin mukadderatını ele almış ve bu milletiyle atıldığı Kurtuluş Savaşı, bu milletin medeni durumunu değistirmiş bir inkilap ve diğer milletlerin haklarını da koruyan barış ve insanlığa muhteşem bir örnek vermiştir." - Herbert Melzig ; "Mustafa Kemal Atatürk'e derin saygılarımla ve günün birinde bütün insanlığın onun 'Yurtta Barış Dünyada Barış' sözünü ögreneceği umudu ile." - Henry Kissenger ; "O genç ve dahi Türk şefinin o esnada Çanakkale'de bulunması, müttefikler bakımından talihin en acı darbelerinden biridir." - Alan McCrae Moorehead ; "Onu sizler laikiyle takdir edemezsiniz. Büyüklüğünü gereği gibi ölçemezsiniz. O, yüce bir dağa benzer. Eteğinde yaşayanlar bu yüceliği fark edemezler. Bu dağın azametini kavrayabilmek için ona çok uzaklardan bakmak gerekir." - Claude Farrere ; "Sizlere şunu söyleyeyim ki, ben Atatürk'e sekreter olmak isterdim. Sebebi de, onun her akşam sofrasında bulunup, yüksek düşünceleriyle beslenmek dileğinde oluşumdur. Böylece yeniden bir üniversite bitirmiş olurdum." - Edouart Herriot ; “Mustafa Kemal İngilizleri yenene kadar Tanrı’yı da İngiliz’in yanında zannediyordum." - Mahatma Gandhi ; “Yüzyıllar nadir olarak dâhi yetiştirir. Şu talihsizliğimize bakın ki 20. yüzyılın dâhisi Türklere nasip oldu ve kader onu bizim karşımıza çıkardı.” - Lloyd George. Sizler katılırsınız veya katılmazsınız o sizin takdirinize kalmış, ama bana göre Atatürk gibilere her zaman ihtiyaç olacak; üstün yetenek, uzak görüş ve karizma hepsi bir insanda birleşmişti. "Yapılan işler" açısından bakıldığında Atatürk kadar yetenekli ve "başarılı" olan hiç kimse yok!
Kemal Atatürk
Kemal AtatürkHerbert Melzig · Alfa Yayınları · 201114 okunma
··
1 artı 1'leme
·
375 görüntüleme
Lina okurunun profil resmi
Perfect 👍👍👍 Bazı kişileri ve yaptıklarıni anlatmak icin kelimeler ,cümleler kifayetsiz kalır .Tıpkı bu inceleme gibi
Tengrigens okurunun profil resmi
Çok teşekkür ederim Lina Hanım, beğenmenize sevindim.
Ersin özkan okurunun profil resmi
Müthiş bir yazım... derin, etkileyici ve bilgisel bir anlatım.. teşekkürler... hani derler ya "altına imzamı atarım" işte tam da böyle bir durum...
Tengrigens okurunun profil resmi
Çok teşekkür ederim. Beğenmenize sevindim.
Neşe okurunun profil resmi
Tüm özelliklerini hiçe saysalar bile Türkiye Cumhuriyeti gibi bir eser nasıl görmezden gelinir? O’nu hak ettiği şekilde takdir etmek şöyle dursun, sıradanlaştırmak için yarış hâlinde olmak, hatta itibarsızlaştırmak ne büyük gaflettir. Çok acıdır ki o yüce dağın eteğinde yaşayanlar hakikaten bu yüceliği fark etmekten, anlamaktan aciz kalmışlardır. Kandırılmak; hem de bile isteye... Hiçbir zaman kabullenemiyorum. O’na çok uzaklardan bakanlar yüceliğini görmüşken kendi insanımız körlüğe doymadı. Yazıklar olsun. Çok değerli bir inceleme bu. Keşke herkes okusa. Elleriniz dert görmesin.
Tengrigens okurunun profil resmi
Aynı duyguları paylaşmamız beni son derece mutlu etti. Beğenmenize sevindim, güzel yorumunuz için teşekkür ederim.
Taşındım! okurunun profil resmi
Harika ötesi bir inceleme olmuş, emeğinize sağlık. Nasıl öveceğimi şaşırdım sizi. Umarım bir gün ben de bu kadar geliştirebilirim kendimi :)
Tengrigens okurunun profil resmi
Çok teşekkür ederim. Beğenmenize sevindim. :)
By pippo okurunun profil resmi
bence normal bir durum. çünkü insanın liderini tüm açılardan tanımak istemesi ve tarih hafızasında nasıl bir yere kayıtlı olduğunu bilmek istemesi kadar doğal bir durum yoktur. çünkü geçmişiyle bağı koptuğunda insanın ne çekilmez bir durum haline geldiğini anlayacak kadar çok örnek gösterebiliriz. bu bağlamda kendi benliğimizin bir çınar tohumu olan Atatürk;'ün defaatle irdelenmesi ve incelenmesi kadar güzel bir eylem yoktur. bu yüzden ne zaman toprağın sesini dinlesek bize her zaman Atatürk hikayesi anlatacaktır.
Laín Coubert okurunun profil resmi
"Ne kadar Türk'tü? " kısmı mükemmel olmuş! Mutlaka o yazdıklarınızı herkesin bilmesi ve öğrenmesi gerekir. Bu güzel yazı için teşekkürler:)
Okumakguzeldir okurunun profil resmi
Her defasında harika yazıyorum ama gerçekten harika . Kalemine sağlık 👏👏👏👏
Tengrigens okurunun profil resmi
Teşekkür ederim Erkut Bey, beğenmenize sevindim. ☺
1 sonraki yanıtı göster
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.