Gönderi

Ertesi gün bir kavga koptu ki aman Allah, meğer ne kadar sert olabilirmiş bu narin kız böyle. Gözlerinin çakmak çakmak bir bakışı, kaşlarını bir çatışı vardı ki inanmak mümkün değildi. Böylece bir yönünü daha öğreniyordum, öfkesini kontrol edemediği halini görüyordum. Kızdığı zaman dilinin endazesi kalmıyordu; ağzına geleni sayıyordu. Vay efendim ben onu kandırmışım da, hani hayatında duyduğu en acayip aşk hikâyesini anlatacakmışım da, gece kalması için yalan söylemişim de, aile hikâyesinden başka bir şey duymamış da, ona neymiş benim ailemden de kardeşimden de, hayal meyal Rusya falan diye bir şeyler duymuş, onu da doğru dürüst dinleyememiş de, içkisine ilaç falan mı koymuşum, sabaha kadar sızıp kalmış da... Buna benzer bir sürü laf yedim. Hepsini de sükûnetle, ayakta ona kahve fincanı uzatırken dinledim, yüzümden gülücük hiç eksik olmadı ama bu onu daha mı çok kızdırıyordu bilmem. Sonunda kahveyi kabul ettirebildim, altdudağı sarkmış, küs bir ifadeyle “ver şu lanet olası şeyi” der gibi aldı, içmeye başladı, sonra ilk yudumunu püskürttü. Allah kahretsin, bu kadar sıcak kahve olur muymuş, ağzını yakmak için mahsus mu yapmışım, benim derdim onunla oyun oynamak mıymış, nereden uydurmuşum dünyanın en acayip aşk hikâyesini falan, hani nerdeymiş o hikâye, nerdeymiş ha, nerdeymiş!
·
11 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.