Gönderi

O zaman dediklerimi hiç düşünmediğini anladım, sözü değiştirdim. “Eeee, sen ne yaptın bütün gün bakalım?” Ne yapacakmış, can sıkıntısından hep kendini trenin altına boşu boşuna atan Anna ile yine boş yere zehir içen Emma denilen kadınla uğraşıp durmuş. Ona göre iki kadın da ruh hastasıymış. O Vronski denen adam da, Rodolphe denen, Leon denen adamlar da bu kadınların öldüğüne değmezmiş, amma da saçmalamışlar; iki romanı da hiç inandırıcı bulmamış. Saçma sapan hikâyelermiş bunlar; eski modaymış, küflüymüş. Bir gün içinde iki romanı da okumuş olmasına şaştım doğrusu, bunu da söyledim. “Okumak derken...” “O kitapları demek istiyorum, onların birini bile bir günde okuyamaz insan.” “Onca sayfa okunur mu hiç ya? Özetlerine baktım.” Bunları söylerken kucağındaki iPad’i işaret ediyordu. O zaman hayatı, aşkı, ölümü, felsefeyi, edebiyatı 140 karakterlik tweet’lerle ifade eden bir kuşakla konuştuğumu daha derinden kavradım. Aramızdaki uçurum kapanmayacak cinstendi.
·
1 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.