Gönderi

Bir yeri acımış gibi gözlerini bir süre sıkıca kapatıyor, açınca ben yine başlıyorum anlatmaya. — Bize dini bilgiler öğretmeye çalışır, yaramazlık yaptığımız­ da Allah’ın günah yazacağını söylerdi. Kız kardeşimle yaşlarımız çok yakındır. Allah fikri, yazılan günahlar hep ürkütürdü bizi. Annemin evde olmadığı bir gün babaannem bizi dizinin dibine oturtup başladı anlatmaya. Her insanın, onu sürekli izleyen, bi­ ri sağında, biri solunda duran iki meleği varmış. Bir elinde kâğıt, bir elinde kalem, bu melekler o kişiyi sürekli gözetler ve sevap iş- lediyse sevap hanesine, günah işlediyse günah hanesine bunları dikkatle kaydedermiş. Bu işlem, kişi ölene kadar aralıksız devam edermiş. Kişi ölüp de kabre girince melekler onu, “Geldin mi me­ lun, geldin mi?” diye karşılar ve dünyada yaşarken işlediği günah­ ların bir bir hesabını sorarlarmış. O nedenle yaşadığımız sürece göz hapsinde olduğumuzu bir an bile unutmamalı ve hiç günah işlememeliymişiz. Kenan Bey gözlerini açmış, dehşet içinde dinliyor beni. As­ lında babaannem bunları anlatırken kardeşimle ben de aynı deh­ şeti yaşamıştık. — O zaman, tıpkı sizin gibi biz de çok korkmuş, geceleri uy­ kularımız kaçmış, tuvalete bile gidemez olmuştuk. Çünkü bizi hiç yalnız bırakmayan, her an peşimizde olan meleklerin tuvalette bi­ le bizi gözetliyor olması sinirimize dokunmuştu. Allahtan annem çabuk fark etmiş ve babaannemin yaptığı bu hatayı düzeltebil­ mek için aylarca bizlerle uğraşması gerekmişti. Hele kız kardeşi­ min yürürken bile sürekli arkasına bakıp onu izleyen meleği kol­ lamalarını, uzun uzun ağlamalarını hiç unutamıyorum. Kenan dikkat kesilmiş, beni dinliyor. — Aradan yıllar geçti. Babaannemin anlattığı, o hiç durma­ dan bizi gözetleyen melekleri çok aradım ama sonunda psikiyat­ ri biliminin içinde buldum onları. Bu melekleri belki de ilk ara­ yan ünlü bilim adamı Freud olmuş ve sonunda yakalamış onları. Meleklerin bulunduğu bölüme “bilinçdışı” admı vermiş Freud. Çok çalışkan bu melekler. Çok da dikkatliler. Hiçbir şeyi atlama­ KRAL KAYBEDERSE 313 dan ellerinde kâğıt kalem, yaşadığımız her anı durmadan yazıyor­ lar. İyiyi de, kötüyü de, doğruyu da, yanlışı da, sevabı da günahı da... Ancak kötü huyları var, günahları yazarken büyük harf kul­ lanıyorlar. Zaten her yazdıkları duruyor yerinde, silinmiyor ama günahlar büyük harfle yazıldığı için önce onlar çıkıyor karşımı­ za. Kenan artık gözlerini daha çok kırpıştırıyor, arada bir kısıyor, bazen de iyice açarak dinliyor beni. Hiç yapmadığı bir şeyi yapı­ yor o. Dinliyor! — Bu yazılanları görmemek için tıpkı sizin gibi her birimiz ne numaralar yapıyoruz bir bilseniz! Oraya yazılanları sürekli oku­ mak kadar hiç okumamak da hasta ediyor insanı. Siz onları oku­ maktan hep çok korktunuz. Bu konuda bana da hiç izin vermedi­ niz. Kendi gerçeklerinizden hep kaçtınız. Bedenini hafifçe öne eğerek bana biraz daha yaklaşıyor. — Ama biz kaçsak da onlar orada duruyor. Melekler yazdık­ larının silinmesine asla izin vermiyor. Hem biliyoruz, hem bilmi­ yoruz bu yazılanları. Hem okuyoruz, hem anında unutuyoruz. Okursak, bilirsek verilecek cezadan korkuyoruz. Sanki o cezayı biz değil de başkaları verecekmiş gibi sürekli yaptıklarımızı inkâr ediyor, olmadık yerlerde, olmadık insanlara karşı savunmaya ça­ lışıyoruz kendimizi. İçimiz sıkılıyor, moralimiz bozuluyor, uyku­ larımız kaçıyor, kalbimiz bir şeylerden korkmuş gibi küt küt atı­ yor; terliyoruz, nefesimiz daralıyor, inliyoruz, titriyoruz ama bir türlü nedenini bilemiyoruz. Hastayız diyoruz, doktorlara gidi­ yoruz ama bedenimizde bir şey bulamıyor doktorlar. Oysa bizi mahkûm eden o mahkeme bizim içimizde... Meleklerin bulun­ duğu bölümü hiçbir alet görüntüleyemiyor. Hiçbir program o şif­ reyi çözemiyor. İşte o şifre sadece psikiyatri bilimine gönül veren­ lerde var. Masamda duran sürahiden bir bardak su daha içiyorum. — Biraz önce dosyanıza baktım, biz sizinle tanışalı çok uzun yıllar olmuş. Ben bu şifreyi bundan yıllar önce çözdüm ama siz bunları anlatmama hiç izin vermediniz. Korktunuz, hayatın size 314 GÜLSEREN BUDAYICIOĞLU çıkardığı hesap pusulasını ödemeye hiç yanaşmadınız, hep kaçtı­ nız ondan. Oysa hayat, sadece size değil hepimize gönderir o he­ sabı. Biraz daha cesur olabilseydiniz, biz sizinle birlikte o kozmik odaya girer, belki de bu kaderi değiştirirdik. Siz de kendinizi bu kadar ağır bir cezaya mahkûm etmezdiniz. İnsanın kendine kes­ tiği cezayı ne Allah affedebilir, ne de kul. Ama kişi kendini affe­ derse ceza hafifler, belki de biter. Bir terapist o kişinin kendini af­ fetmesini sağlayabilir. Psikoterapi dediğimiz şey de zaten bu değil midir, yani kişiye kendini affettirme sanatı. — Siz beni affettiniz mi? Kenan söylüyor bunu. Sesi çok uzaklardan gelir gibi derin ve heyecanlı. Uzun bir süredir hiç konuşmadan beni dinleyen, gözleri ilk kez söylediklerimi anlar gibi bakan bu adamdan hiç böyle bir soru beklemiyordum doğrusu. Bir an durup düşünü­ yorum. Affetmek aslında sadece karşı tarafı rahatlatan bir eylem değil­ dir. Affedince önce biz rahatlarız. Yüreğimizdeki taş hafifler, bir süre sonra da kalkıp gider, önceleri ona kızdığım doğru ama onu yakından tanıdıkça, yaşadığı bunca acıya tanıklık ettikçe içimdeki öfke ağır ağır yerini derin bir şefkate bıraktı. Affetmesem, her şe­ ye rağmen ona yardım etmenin bir yolunu arar mıydım? Bugün bile onu daldığı derin uykudan uyandırabilmek için bu kadar uğ­ raşır mıydım? — Ben sizi affedeli çok oldu. Dünyada ne kadar acı varsa hep­ sini çektiniz siz. Hak ettiğinizden daha fazlasını çektiniz gibi ge­ liyor bana. Yine susuyor. İtiraz etmiyor buna ama konuşurken bu se­ fer de benim sesim titremeye başlıyor. Sesimdeki titremeyi he­ men fark edip başını hafifçe sola çevirerek yandan, sadece göz­ leriyle gülüyor bana. Kederli olduğu kadar da muzip bir gülüm­ seme bu. — Her suçun bir cezası vardır ama ceza da sonsuz değildir. Sizinki ne zaman bitecek? Bu soruya cevap vermek yerine başını önüne doğru eğiyor.
Sayfa 314Kitabı okudu
·
80 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.