Sizinle daha rahat konuşabilelim istedim. Bu arada biraz önceki konuşmalarınızdan, kendinize de çok kızdığınızı fark ettim. İnsanız hepimiz. Kızarız. Ama siz kendinizden ümidi kesmişsiniz. Sahipsiz bırakmışsınız kendinizi. İnsan hiç kendinden vazgeçer mi Meliha Hanım?”“Geçer, geçer. Dünyanın her türlü gününü gördüm ben. insanın dayanamayacağı hiçbir şey yokmuş şu dünyada derdim. Başıma gelmeyen kalmadı. Ama sonuncusunu kaldıramadım. Kaderi geri çeviremiyorsunuz. Ben çok uğraştım ama olmadı.”“Siz böyle söyledikçe, benim merakım iyice artıyor. Siz öyle her şeye pabuç bırakacak bir kadına benzemiyorsunuz. Şöyle bir bakıyorum da, kimbilir nasıl göze göz, dişe diş mücadele ettiniz hayatla. Ayrıca duygularınız çok güçlü. Her şeyi derinden hissediyorsunuz. iyiyi de kötüyü de. Böylesi zordur ama zor olduğu kadar da güzeldir. Şimdi her ne olduysa, kızmışsınız ve istifa edeceğim diyorsunuz bana, istifanız kabul edilmedi Meliha Hanım. Şimdi isterseniz önce kocanızdan başlayalım. Hâlâ neden dayak yiyorsunuz eşinizden?”Sizi neden dövüyor değil, neden dayak yiyorsunuz diyorum. Çünkü bu yaşta bir kadın artık dayak yememenin bir yolunu bulabilir gibi geliyor bana. O da ne demek istediğimi anlıyor. Kısa bir an gözlerime baktıktan sonra, eliyle “boş ver” der gibi bir hareket yaparak başlıyor anlatmaya.“Alışmış, kudurmuştan beterdir, derdi rahmetli annem. Bizimki de o hesap. Gençlikte hepsi oluyor da, bu yaştan sonra ağır geliyor insana. Çok çektim ben hayattan. Hayat da benden. Ne o vazgeçti eziyet etmekten, ne ben uslandım. Kocam bildiğiniz bir akıl hastası. Böylesine kıskanç filan denmez, deli denir. Geldiğim günden beri döver beni. Döver dediysem, iki tokat atar, bırakır sanmayın. Eskiden de döverdi ama şimdi artık işkencecilerden beter oldu adam. Önce soyup beni baştan aşağı muayene ediyor, sonra ıslatıyor ve alıyor hortumu eline, yer misin, yemez misin!”“Muayene etme işini pek anlamadım. Ne arıyor vücudunuzda?”