Gönderi

Yirmi yıl evvelinde uzun, ucu sivri sopalar erkek çocukların kılıcıydı. Tazecik mısırlar, minik kızların saçları renkli püsküllerden oluşan nazlı bebekleriydi. Ya karanlıkta loş ışıkla eğlendiğimiz gölge oyunları... O vakitler terlikle yapılan direksiyonlar, şimdinin para havuzu arabalarından eminim daha kıymetliydi. Kumdan yapılıp çiçeklerle süslenmiş şaşaalı pastaları da unutmayalım... Şimdi herhangi bir oyuncak mağazasında; pelerin hediyeli dev kılıçlar, her çeşit kıyafet ve aksesuarı bulunan ihtişamlı bebekler, uzaktan kumandalı marka arabalar, her şeyiyle hazır hâlde sunulmuş mumlu pastalar elinizin hemen altında. Elimizin altındakini küçücük ellere hemen bıraktığımız, hayal kurmayı unutturan bir devrin neferleri oluyoruz... Hayaller kurarak mütevazı nesnelerle kendimizin kahramanı oluveriyorken, dışarıda durmadan kahraman arayan çocuklar var yanı başımızda. Onlar hata yapmıyor; onlar bu devrin yerlileri, biz göçmenleriyiz. Göçtüğümüz zamana tattığımız mutluluğu taşıyamadık, aldığımız hazzın aynısını yaşatamıyoruz. O anların ilkel nesnelerini artık gözümüz görmüyor, umursamıyoruz bile. "Benim oyuncağım olmadı, çocuğumun olsun." hırsı sayesinde; o gün hayal kurarak elde ettiğimiz mutlulukla, çocuğumuza iki günde sıkılacağı hazır mutluluklar sunmak eşdeğer mi?.. Her şey bir yana, insanın insanı olabildiğince kıymetsizleştirip umursamadığı şu vakitte sopaya, mısıra, terliğe, kuma saçma pahalar biçiyorum sanırım...
·
3 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.