Sen parasız kalmamışsın da, paranın ne olduğunu bilmiyorsun. Paranın en küçüğü bile paradır. "Bir lira" deyip geçeriz mesela. Bir lira ile neler yapılmaz ki!.. İçin sıkıldığı zaman al ikinci bir mevki bir gidiş geliş bileti, atla Boğaziçi vapuruna, ta Kavaklar'a kadar git gel. Ama salona filan girme ha! Kenarda oturacak yerler vardır ya. Açıkta hani. Oraya oturacaksın. Ayaklarını da dayayacaksın karşındaki korkuluğa. Vapur gitmeye başladı mı, bütün kıyılar önünden geçer. Bahçeler, köşkler, yalılar, korular... Beğen beğendiğini seyret. Oralarda oturanlar kendilerini mal sahibi sanırlar. Hayır, değil. "Bütün bu şeyler benim için yapılmıştır, benim seyretmem için!" Böyle düşüneceksin ... Boğaziçi'ni canın çekmedi diyelim. Al bir kitap. Bir liraya kitap alamaz mısın? Alırsın. Git Gülhane Parkı'na. Ağaçların altında otur denize karşı. Oku okuyabildiğin kadar. Karşında Kızkulesi, Selimiye, Haydarpaşa. Seyret, oku. Yorulunca yat çimenlerin üstüne sırtüstü. Dinlen ... Diyelim ki, onu da beğenmedin. Mecbur değilsin ya kitap okumaya. O zaman lunaparka git. Ver yirmi kuruş, dönme dolaba bin. Yüksel gökyüzüne doğru. Ondan in, atlıkarıncaya bin. Ondan in, nişan çadırına gir, al bir tüfek, vur nişanı, at bir paket cigarayı cebe ... Onu da beğenmedin diyelim. Peki. Karnın acıkmaz mı senin karnın? Gir bir köfteciye. On köfte getirt, 60 kuruş. Üstüne de bir tabak piyaz ye, 20 kuruş. 10 kuruş da ekmek. Eder 90 kuruş. Geri kalan on kuruşla da git bir şerbet iç. Oh! Afiyet olsun!..
(...)
Bir lira bu. Az para mı? Bir liram olsa neler yapmam! Bütün dünyayı satın alırım eğer bir liram olsa... Ama yok, yok!.. Tek bir lira insanın hayatını güzelleştirir. Olmayınca,
işte böyle karanlık, puslu, renksiz, uyuşuk, pinekler durursun. Olmayınca ne yapabilirsin? Hiç! ..