Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

210 syf.
3/10 puan verdi
·
26 saatte okudu
BİR ÇİNLİ YEŞİLÇAM FİLMİ ÇEKERSE...
Kitabın teması, başına ne gelirse gelsin insanın, yaşamaktan asla vazgeçmemesi gerektiğidir. Tema olarak bunu belirleyen bir yazarın, kahramanının başından türlü zorluklar geçirmesi çok normal. Kahraman bu zorlukları aşmalı ve bunu yaparken gösterdiği azim, irade ve sabır okura geçmelidir. Dram öğesi sayesinde de okur, kahramanla empati kuracak ve böylelikle hayatta yalnız olmadığını hissederek mutlu olacaktır. Köy köy dolaşıp hikayeler anlatan bir insan, bir gün tarlasını süren bir köylüyle karşılaşır ve onunla tanışır. Ardından da bu köylüden hayat hikayesini dinlemeye başlar. Kurgu, baştan bu şekilde tasarlandığından dolayı, kitap boyu oldukça yalın ve akıcı bir anlatım söz konusudur. Öyle ki, okumaya başladığınızla yarısına gelmeniz bir olur ve şaşırırsınız. Bu, kısa zamanda uzun bir yolu kat etmiş olma hissi verdiğinden dolayı okur, eserle güçlü bir organik bağ kurar. Tam da bu bağdır okurların yazarları ailesinin bir üyesi gibi sahiplenmesine neden olan ve bence bu bağın en güçlü kurulumu, az önceki nedenden dolayı yalın ve akıcı eserlerde sağlanmaktadır. Buna ek olarak “Yaşamak” özelinde, Çin tarihinin topluma yansımalarını görmek okura, tarihsel bir nehrin içinde yol alma hissi vererek bağın kuvvetlenmesine neden olur. Uzakdoğulu bir yazarın eseri olması ve kapağının hoşluğu nedeniyle okumaya pozitif ayrımcılık yaparak başladığım için tüm klişeleri ve dozu artan dramatik olayları göz ardı ederek ilk yetmiş beş sayfayı geçtim. Sonraki on beş sayfada artık ayrımcılıktan eşitliğe kaydığım için sıkılmaya başladım. Bu noktada imdadıma Çin’in yaşadığı iç savaş, Japonya ile savaş ve ardından yine iç savaşın kurguda ortaya çıkması yetişti. İlerleyen elli sayfada kurguya tamamen dramatik öğeler hakim olmaya başlayınca artık bu okuma benim için, bir an önce bitirilmesi gerekilen bir eyleme döndü. Bu noktada yeniden tarihsel bir öğeye denk geldiğimde mutlu oldum. Kitabın bence en anlamlı bu kısmında, Mao’nun “Büyük İleri Atılım” projesi sonucunda halkın sefalet ve açlığa mahkum oluşları ve bunlara karşın kurulan sistemin onları mutlak itaat eden birer makineye indirgenmesi, nispeten iyi anlatılmıştır. Örneğin: “Köyde kimsenin tahılı kalmamıştı. Bütün yabani da toplanmıştı. Bazı aileler ağaç köklerini kazıp yemeye başladılar,”(s.123), “Hepimiz sıradan insanlardık. Elbette ülke sorunlarına karşı ilgisiz değildik, sadece olanları anlamıyorduk. Yoldaş Başkan’ı, onun üstlerini dinlediği gibi dinlerdik. Baştakilerin buyurduğu şekilde düşünür, her şeyi onların buyurduğu şekilde yapardık,”(s.150). Ancak kurgunun tasarlanma şekli nedeniyle, romandan ziyade bir röportaj okuyor gibiyiz. Bundan dolayı, karakterlerin psikolojilerine dair hiçbir şey göremiyoruz. Öyle ki, kahramanımızın başından oldukça dramatik olaylar geçmesine karşın, kalp atış grafiği neredeyse dümdüz ilerleyen bir hastanın tepkisizliğiyle karşı karşıyayız. Bu nedenle, insanların açlıktan ağaç köklerini yedikleri kısım dışında ben kitaptaki dramatik öğelerin içine giremedim ve bir noktadan sonra bunlar bana komik gelmeye başladı. Kitabın ender olumlu noktalarından birisi ise eğer demokratik bir ülkede yaşamıyorsanız güçlü empati kurabileceğiniz bazı aktarımların varlığıdır. Örneğin: “Biri duyar da devleti eleştirdiğimi sanır diye korkuyordum,”(s.94) ve “Geceleri güven içinde uyuyamamamız dışında, her şey eskiden olduğu gibiydi. Çünkü Büyük Başkan Mao'nun emirleri hep gecenin bir yarısında gelirdi,”(s.150) gibi. Kitabın benim nezdimde kırılma noktasını, valinin karısının acil kana ihtiyaç duyduğu için öğrencilerin hastaneye getirilmesinin ardından yaşanan gerçekçilikten uzak bazı detaylar oluşturdu. Buna biraz eğilmek istiyorum. Kahramanımız Fugui’nin on üç yaşındaki oğlu Youquing de hastanedeki öğrencilerin arasındadır. Sadece onun kan grubu valinin karısıyla uyuşur ve doktor gözetiminde kan alımı başlar. Lakin, ihtiyaç çok olduğu için doktor adeta çocuğu bir vampir gibi sömürerek onun kansızlıktan ölümüne neden olur. Ben, bununla yazarın kitabın başından beri ardı ardına devam ettirdiği dramatik olaylarda zirveye oynadığını düşünürken devamında bundan daha inandırıcı olmaktan uzak ve bence komediye yaklaşan olaylar yaşanır. Ağlatmayan dram komiktir. Fugui üzücü haberi almış ve soluğu hastanede almıştır. Hemen bir umutla doktora koşar ve oğlunun yaşadığına dair bir sürprizle karşılaşmak ister acılı baba yüreğiyle. Zihninizde öncelikle siz, doktor ile Fugui’nin yaşayacağı diyalogu hayal edin ve ondan sonra aktaracağım diyalogu okuyun. Hemen işaret ettiği odaya koştum ve bir doktorun odada oturmuş bir şeyler yazdığını gördüm. Doktora doğru yürürken kalbim küt küt atıyordu. “Doktor,” dedim, “oğlum hala yaşıyor mu?” Doktor başını kaldırdı, uzun uzun yüzüme baktıktan sonra, “Xu Youqing’i mi soruyorsun?” diye sordu. Hemen başımı salladım. “Kaç tane oğlun var?” diye sordu doktor. Dizlerimin bağı çözüldü, bacaklarım titriyordu. “Sadece bir tane oğlum var, size yalvarıyorum, oğlumu kurtarın!” dedim. Doktor beni anladığını ifade ederek başını salladı ve yine sordu, “Niye sadece bir tane oğlun var?” Böyle bir soruya nasıl cevap verilirdi? Sinirlenmiştim. “Oğlum yaşıyor mu?” diye sordum. Başını iki yana salladı ve “Öldü,” dedi.(s.135) Oğlunun yaşayıp yaşamadığını öğrenmek isteyen bir babaya doktor, neden “Kaç tane oğlun var?” diye sorsun ki. Benim tahminim, bunun peşine Fugui’nin, onun tek oğlu olduğunu belirterek dramın seviyesinin zirveye taşınma arzusudur. Eğer drama kapılmış ise okur, doktorun bu soruyu o anda sormasındaki garipliğine dikkat etmeyecek ve tek oğlunu kaybetmiş babanın acısına ortak olmanın verdiği duygudaşlıkla sarmalanacaktır. Öyle ki, doktorun daha saçma olan “Niye sadece bir tane oğlun var?” sorusu bile onu yaşadığı yoğun hislerden kurtaramayacaktır. Doktora bu sorunun sordurulma nedeni bence, yazarın komünizmin katı bürokratik sisteminin memurlarını ne kadar ruhsuz bir hale soktuğunu anlatmak ama fazlasıyla sırıtan, inandırıcılıktan uzak bir hareket olmuş. Olaylar burada bitmiyor. Fugui, oğlunun ölümünün detaylarını öğrenince doğal olarak hastanede olay çıkarıyor. Önüne gelen doktora saldırıyor. Sonra da öfkesinin tamamını valiye yöneltiyor. Bu da anlaşılabilir. Ardından valiyle hastanede karşı karşıya geliyor. Yine diyaloğun nasıl olacağını zihninizde şekillendirin. Sonra da aktaracağım parafı okuyun. Youqing’in öğretmeni beni tekrar yakaladı ve “Bu vali bey!” diye bağırdı. “Evet, vali bu, tam da benim öldürmek istediğim adam!” dedim. (Gülmemeye çalışıyorum ama başaramıyorum. Çünkü gözümün önüne hafta içi her gün yayınlanan gündüz kuşağı dizileri geliyor) Bir tekme daha atmak için ayağımı kaldırmıştım ki, “Fugui, sen misin?” diye sordu aniden. “Seni geberteceğim!” diye bağırdım. Vali ayağa kalktı ve “Fugui, benim, Chunsheng,” dedi. O böyle söyleyince bir anda aptallaştım. Bir süre ona baktım, ona baktıkça bir zamanlar tanıdığım Chunsheng’a daha çok benzettim. “Chunsheng, gerçekten sen misin?” diye sordum. Chunsheng bir adım attı ve tekrar bana baktı. “Fugui, bu sensin,” dedi. Chunsheng’i görmek öfkemi yatıştırmıştı. Gözyaşları içinde ona dedim ki, “Chunsheng, boyun uzamış, kilo da almışsın.” Bu noktada araya gireceğim. Bir dakika önce yaşadığı acıdan kahrolan ve öfkeden deliye dönmüş bir baba, öldüreceğini söylediği valinin, savaş günlerinden arkadaşı çıkmasıyla bir anda oğlunu unutuyor, boyun uzamış, kilo almışsın geyiği yapmaya ve ardından eski günleri yad etmeye başlıyor. Neyse ki, yazar onları pikniğe çıkararak daha garip bir olaya imza atmayarak Fugui’nin ölen oğlunu hatırlamasını sağlayarak şu şekilde devam ediyor. … Sonra ikimiz birden gülmeye başladık. Oğlumun öldüğünü hatırlayana kadar (neyse ki hatırladın) güldük. Gözlerimi sildim ve sonra tekrar ağlamaya başladım. Chunsheng elini omzuma attı. “Chunsheng,” dedim, “Biricik oğlum öldü!” “Chunsheng derin bir iç çekti ve “Nasıl oldu da senin oğlunun başına geldi?” dedi. (Yani, doktorun, valinin karısını kurtarmak için bir çocuğu vampir gibi sömürmesi normal; garip ve üzücü olan, bunun Fugui’nin oğlunun başına gelmiş olması. Bence yine bir ihtimal, yazar katı bürokrasiyi yermek istemiş olabilir, ama bu sefer, pek zannetmiyorum bunu) Oğlumun o küçük odada tek başına yattığını düşündüm, bu acı dayanılmazdı. Chunsheng’a, “Oğlumu görmek istiyorum,” dedim. Artık kimseyi öldürmek istemiyordum. Chunsheng’ın bir anda çıkacağı kimin aklına gelirdi ki? (Sanki yazar da bir şeyleri yanlış yaptığının farkında ama kabullenmek istemediği için kendisini, bu şekilde kurguyu zayıflatıcı bildirimler vermek zorunda hissediyor) Birkaç adım attım, sonra arkamı döndüm ve Chunsheng’a şöyle dedim: “Bana bir can borcun var, öteki dünyada ödersin.”(s.137-138-139) “BANA BİR CAN BORCUN VAR, ÖTEKİ DÜNYADA ÖDERSİN,” cümlesiyle benim için bu ‘roman’ zihnen noktalanmış oldu. En iyi ihtimalle, Çinlilerin geleneğiyle alakalı olabilir diye düşünüyorum, ya da böyle düşünmek istiyorum. Çünkü eğer böyle değilse, oldukça saçma bir cümle! Diyaloğun başından itibaren düşündüğümde bence, gelenekle alakalı bir durumdan ziyade, zaten içinde saçma noktaların olduğu başarısız kurgulanmış bir diyaloğun çok daha saçmalanarak başarısızlıkta zirveyi görerek final yapması olarak yorumluyorum. Adımız çıkmış dokuza inmiyor yediye, öteki dünyada ödenmesinden hareketle benim, bu teolojik hususa antipatik veya uzak olmam tahmininde bulunarak bu şekilde bir yorum yaptığım hatta tüm kitabı bundan dolayı olumsuz eleştirdiğim kanısına kapılmamanızı isterim. Çünkü, yazımın başından beri ben, olayın sadece edebi yönündeyim. Bu cümle özelinde de şunu demek istiyorum: Empati kurmaya çalışıyorum. Benim ileride bir oğlum oldu ve öldü veya şu an gerçekten var olan sevdiklerimden birisi kurgudaki gibi bir nedenden öldü. Aslında bu durumda öldürülmüş oluyor, çünkü bu apaçık cinayettir. Ben haliyle öfkeden gözüm döner. Aradan bir zaman geçmiş olsa tabi ki sakinleşeceğim ve bu noktada Chunsheng gelmiş olsa diyaloğun dizaynını anlayışla karşılayabilirim. Ama öfkenin zirve yaptığı noktada geliyor ve onunla eski günleri yad edip ardından “Aman dostum, olan olmuş senden kıymetli mi, bana bir can borçlandın. Sonra ödeşiriz,” diyormuşum gibi bir durum söz konusu. Bu noktadan sonra artık ‘romana’ yoğunlaşmakta zorlandım ve yazarın hız kesmeden devam eden dram bombardımanı beni sadece güldürdü. Bu da maalesef on, on beş sayfa sürebildi ve artık kitabın sonunda ne olacağını bile merak etmez oldum. Son olarak kitabı değerlendirirken sık sık kullandığım “saçma” kelimesini, artık insanlara sıklıkla çağrışım yaptığı manada, hakaret veya alay etmek amacıyla kullanmadım. TDK’de geçtiği şu anlamlarda kullandım: “(sıfat, mecaz) Akla uygun olmayan, pestenkerani, absürt,”, “(sıfat) Yersiz bulunan,”, “(sıfat) Yersiz, akla aykırı, tutarsız söz.” Keyifli okumalar..
Yaşamak
YaşamakYu Hua · Jaguar Kitap · 201633bin okunma
··
490 görüntüleme
Gönül. okurunun profil resmi
Kitabı okumayı çok istiyordum ama incelemenizden hareketle
Siddhartha
Siddhartha
'dan sonra yaşadığım benzer bir hayalkırıklığına uğrayacağımı düşündüm:) Kitabı yine merak etmekle beraber biraz daha beklentimi düşürerek başlayacağım artık. Kaleminize sağlık, kitap hakkında farklı bir yorum duymak güzeldi.
Kaan okurunun profil resmi
Okuma planınızı olumsuz yönde etkilemek istemem ama beklentiniz hakkında verdiğiniz kararı makul buldum :) Siddartha'yi da ben epeydir okumayı düşünüyorum ama düşüncelerini değer verdiğim bir arkadaşımın yorumu nedeniyle bana hitap etmeyeceğini düşündüğüm için sürekli erteliyorum. Ben teşekkür ederim, düşüncenizi paylasmaniza sevindim. :)
Homeless okurunun profil resmi
''Çünkü Büyük Başkan Mao'nun emirleri hep gecenin bir yarısında gelirdi.'' Burayı okurken her lider aynı usulü kullanıyor dedim :)) Eleştirilerini sıraladıktan sonra ''Çinlilerin geleneğiyle alakalı olabilir diye düşünüyorum'' demiş olman aslında birçok sorunu - kafa karışıklığını açıklıyor bana göre. Okurken hep Çinliler de ne garip insanlarmış yahuu dedirtti. Dram her zaman satar bu bir gerçek, Çalıkuşu romanında da tesadüfler o kadar yoğun ki neredeyse o muazzam anlatıdan nefret edesi gelir okurun. Eleştirilerine saygı duymakla beraber acımasız bulduğumu da belirtmeliyim. 10/10'luk bir kitap asla değil ancak 7-8 bandını hak ediyor bence. Karşılaştırmalı incelemen için teşekkürler :)
4 önceki yanıtı göster
Kaan okurunun profil resmi
Kitapta Mao'ya denk geldikçe benim de aklıma demokratik olmayan birkaç lider gelmişti :)) Dram ve satış arasında kurduğun bağlantıya katılıyorum. Zira Türkiye dizi ve film sektörü çok büyük ölçüde bunun üzerine kurulu. Çalıkuşu'nu okumadım ama yazarın başka iki üç kitabını okumuştum. Bu nedenle tahmin edebiliyorum. Bu kitaba başladığımda ben daha iyi bir kitapla karşılaşacagimi düşünüyordum. Örneğin; daha felsefik ve psikolojik. Bunlara tarihin de harmanlanmasiyla Uzakdoğu'dan gayet iyi bir edebi yemek yerim diyordum. Bu arada benim, kardeşim arkadaşından ödünç almadan önce kitaptan, haliyle onun popüler olup sevilmesinden de haberim yoktu. Sadece Uzakdogulu bir yazar, hoş bir kapak, kitabın ismi ve arka kapak yazısından oluşturduğum beklenti söz konusuydu. Demek ki beklentiyi yüksek tutmamak lazım. Bunun dışında kitabı sevmedim, sevemedim, çok uğraştım aramızda bir bağ olsun ama olmadı :)) Şaka bir yana, edebi açıdan hiç hoşuma gitmedi. Bitirdikten hemen sonra verdiğim için puanı, 3 belki az olabilir ama üzerine düşünüp yarın veya haftaya puan verecek olsam, en fazla 5 verirdim. :) Ben teşekkür ederim Onur :)
11 sonraki yanıtı göster
Yeşim okurunun profil resmi
Bizim dizi ve filmlerde olduğu gibi.. 0 Negatif kan ararsın en alakasız kişinin kan grubu çıkar. Mesela can düşmanın gibi.. Gel de gülme 😄 Eline sağlık.
Kaan okurunun profil resmi
Kesinlikle :))) Teşekkür ederim Yeşim, beğenmene sevindim.
Can Karakuş okurunun profil resmi
Kalemine sağlık
Kaan
Kaan
. Güzel inceleme ancak sana katılmadığım yerler var. Bana göre bu kitapta Yeşilçam vari bir dram söz konusu değil. Aslında bilâkis hayatından dram çıkarmayı sevenlerin, gökten şey yağsa bana şey düşer diyenlerin, acıtasyon bağımlılarının okuması gereken bir kitap diye düşünüyorum. Çünkü kahramanın başına gelenler ve kahramanın tavrı aslında şunu göstermiyor mu: Hayat bu! Yaşamda başımıza gelenlerden dolayı ah vah etmek yerine bunları kabullenip yolumuza devam etmemiz gerekmez mi? Bu kitaptaki kahraman kendini alkole, intihara, isyana vursaydı davranışları birçoğumuza daha tanıdık daha kabul edilebilir gelmez miydi? Karamsar biri olarak bence benim gibi karamsar insanlar için güzel bir örnek verilmiş diye düşünüyorum. Her insanın acısı ve acısının derinliği çok farklı oluyor. Ben evladımı kaybetsem muhtemelen deliririm(delirmeye de bilirim). Ancak evladının cenazesine giderken havadan sudan konuşabilen insanı da gördüm(yargılamak için söylemiyorum). İnsanların olaylar karşısında ne diyeceğini ne tepki verebileceğini önceden kestirmemiz mümkün değil ve doğru, genel geçer, herkesin vermesi gereken bir tepki var diyebilir miyiz? Kesinlikle diyemeyiz. O yüzden bence verdiğin puan biraz insafsız olmuş:) Kitapta benim de en çok sevdiğim noktalar tarihi olayları araya serpiştirmesi olmuştu. Ancak bu tarihi olaylardan dolayı Batı tarafından parlatılmış olabilir mi sorusu benim aklımı kurcalamıştı. (Malum, Batı için komünizmi kötüleyen çoğu şey can değil midir?) Ancak bu kurcalamaya rağmen yine de yok ya, hayattaki acıları böyle karşılamak da mümkün, dedirttiği için kitabı sevmiştim. Benim sığ değerlendirmem bunlar, saygılarımla:)
Kaan okurunun profil resmi
Teşekkür ederim
Can Karakuş
Can Karakuş
:) Her insanın yaşadığı acıdan sonra vereceği tepkinin farklı olacağına ben de katılıyorum. Hatta hiç tahmin etmeyeceğimiz şekilde bir tepki veya tepkisizligin meydana gelebilecegini de yakinen biliyorum. Ben, kitabı aslında yazıda da belirttigim üzere tek bir kesitine bakarak bir sonuca varmadim. Bu kesit artık bardağın taştığı nokta oldu. Kitap boyu kahramanın başına gelen dramatik olaylar hiçbir noktada ruh hali yansitilmadan, en azından bana hiç geçmedi, pes peşe sıralanıyor. Bu bende şöyle bir çağrışım yapıyor: Babam öldü Annem öldü Kardesim öldü Teyzem öldü Kayinvalidem öldü Kızım öldü Oğlum öldü ... ... Tamam, öldü de bu, gazete haberinden öte bir şey değil bu haliyle. Tabi, bu kadar değil kitap lakin bundan bir iki tık fazlası sadece. Bundan dolayı röportaj diye niteledim. Haliyle, bu şekilde bir anlatımın üstüne aktardigim tarz bir diyalogla karşılaşınca bana gerçekçilikten uzak, dram seviyesini zirveye çıkarmak ve yazıda belirttigim amaçlarla bir şeyler yapılmış gibi geldi. Sonuç olarak beğenmedim. Okurken oldukça sıkıldığım, bence belirttigim hata ve tekdüzeliklerin bulunduğu ve de sonunu hiç merak edemedigim bir kitaba vereceğim puan da haliyle 7,8,9 olmayacaktır. Bilakis 1,2,3 olacaktır. Nihayetinde, bu benim değerlendirmem, bir başkası açısından bu puan acımasız olarak nitelenebilir ama zevkler ve renkler demişler. :) Saygılar benden de :)
Zeynep okurunun profil resmi
Kaan, yine çok güzel bir inceleme olmuş, eline sağlık.
Kaan okurunun profil resmi
Teşekkür ederim Zeynep, beğenmene sevindim. :)
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.