Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

256 syf.
6/10 puan verdi
·
18 saatte okudu
"Can Parası" adlı hikayeyi okuduktan sonra yarım bırakmama rağmen, hem son zamanlarda çok sık yarım bıraktığımın farkına vardım hem de bu yılki okuma planım içinde Fakir Baykurt'a yer verdiğim için kitabı biraz da kendimi zorlayarak bitirdim. Ayrıca eserin bir hikaye kitabı olması da bunda etkili oldu. Yazarın daha önce
Efkar Tepesi
Efkar Tepesi
adlı eserini okumuş ve beğenmiştim. Bu kitapta yazar, ağırlıklı olarak öğretmenlik yıllarında başından geçenleri anlatmıştı; bu açıdan bir anı kitabıydı ve bence yazarın asıl başarılı olduğu tür birincil olarak anı ve röportaj, ikincil olarak da tiyatro yazarlığı, üçüncü olarak da deneme olurmuş gibi geliyor. Bu fikrimi hikayeler üzerinden değineceğim bazı noktalarla temellendirmeye çalışacağım. Kitaba adını veren "Can Parası" adlı öykünün konusu, ağır hasta olan kızına çare aramak amacıyla Nevşehir'in köyünden Ankara'ya, Hacettepe Hastanesine gelen Sadullah'ın burada yaşadıklarıdır. Dönemin sağlık sisteminin gayri insani hali, milletvekilleri ile halk arasındaki kopukluk, okumuş şehirli kesimin köylüler hakkındaki önyargıları hikayenin temalarını oluşturmaktadır. (s.42)'de geçen Sadullah'ın yardım istemek amacıyla milletvekilinin yanına ikinci kez gidişinde, milletvekili ile köylü arasındaki kopukluğu vurgulamak amacıyla milletvekilinin sözleri bence abartı. Benzerine
Yaşamak
Yaşamak
adlı kitapta denk gelmiştim, orda da bir doktor ile bir Çinli köylü arasında diyalog söz konusuydu. Bununla birlikte, "Can Parası" daha az abartı barındırıyor diyebilirim. Hikaye (s.43-44)'te yer yer fazla tiyatral bir yöne kayıyor. Sanki, sahne tamamlanıyor, oyuncular diğer sahne için içeri gidiyor, sadece bir oyuncu (muhtemelen başrol) kalıyor, o da seyirciye dönük monologunda, bu ana kadarki duruma dair bir değerlendirme ve bundan sonrasında yaşanacaklar için ipucu ile tahminlerini anlatıyor. (s.48)'de ise yazarın mesaj verme isteği, doktorun tiradı vesilesiyle hikayenin epey önüne geçiyor: "Fırsat bulan Amerika, Kanada, Alman­ya, Belçika, Hollanda deyip gidiyor! Fırsat bulan gidiyor bol paralı ülkelere ... İnsanın kişisel rahatını sağlaması kolay. Ka­rın, kızın, otomobilin, hatta garsoniyerin! Bundan kolay şey yok böyle bir mesleğin olunca! Fakat ya toplumsal sorumlu­luklarımız? Ve toplumcu sorumluluklarımız? Yani benim mutsuzluğumun başlıca nedenleri!.. Bu koşullar içinde nasıl mut­lu olurum? Sadullah'ın kızını parasız tedavi edebilseydim, onu üzmeden, yormadan... Ve onunla birlikte ötekileri tedavi ede­bilseydim, yani edebilseydik, yani sağlık bütün yurttaşlar için parasız olabilseydi, yani benim toplumcu özlemlerim hep böy­le, ama kahroluyorum sağır çerçeveler içinde! Bu sınırlama­ları hiç sevmiyorum, çok çok nefret ediyorum bu çerçeveler­den!" Bu noktada yine bir hikaye okumuyor da tiyatro izliyor gibi hissediliyor. Bununla birlikte bence, verilmek istenen mesajı hikayenin kendisi doğal akışında kendisi vermelidir. Son olarak, bu hikayenin 1974 Sait Faik Hikaye Ödülüne layık bulunduğunu belirtmek isterim. "Çizmeler" adlı hikayede, küçük bir ilçenin belediye başkanlığı boşalır, seçim gidilecektir lakin aday çıkmadığı için aslen buralı olup başka bir yerde avukatlık yapan bir kişi ikna edilerek aday gösterilir. Ancak bunu gören Hacı Osman da adaylığını koyarak sorun çıkarır. Propaganda süreci esnasında yaşanılanlar ve seçim sonuçları bize tanıdık gelebilecek öğeler içerdiği için hem bizi tebessüm ettirir hem de kendi yaşadığımız bir olayı okumaktan dolayı memnuniyet duyarız. Ancak, (s.74)'te yine tarikatları kullanacak Hacı Osman ile "Cumhuriyet çocuğu İlhan" fazla üzerine basılarak belirtilir. Bu durum beni ilkokul yıllarıma götürdü: sanki okumayı yeni öğrenmiş bir öğrenciyim ve öğretmenim başında benim okumamı an be an takip ediyor. Ya da ilkokul üç, dört, beşinci sınıfım ve Hayat Bilgisi dersinde öğretmenim bana bir paragraf okutuyor, bu esnada paragrafta vurgulamak istediği bazı noktaları bana dikta ediyor. İşte Fakir Baykurt da "Cumhuriyet çocuğu İlhan," vb vurgulamalarıyla bunu yapıyor gibi okurlarına. Yazarın anı veya röportaj türüne daha uygun olma fikrine beni en çok meyleden nokta ise yazarın hikayede an be an bulunması, sanki tüm olaylar yaşanırken o da orada bulunuyor ve her an bize yön vermeye çalışıyor. Bundan dolayı, Sadullah'ın hikayesini değil de Fakir Baykurt'un hikayesini Sadullah üzerinden veya Sadullah adlı bir kişiyle röportaj yapmış Fakir Baykurt'un bunları hikayemsi bir şekilde kağıda dökmesini okuyoruz. Yazarın amaç edindiği toplumculuk idealinin edebiyatına yansımasının sonucunda ise ortaya bir hikaye değil, oldukça didaktik bir metin çıkıyor. Bence başarılı yazar, didaktikliği de hikayesine yediren, hikayenin içine gözükmeyecek şekilde işleyebilendir. Bu noktada "ama halkın en aşağı kesimi de anlamalı," argümanı ileri sürülebilir lakin asıl etkili mesaj bence, izah ettiğim yöntemle verilebilir. Sadullah'la birlikte Ankara'ya gelmiş gibi hissetmeliyiz; doktorların köylü diye hakir görmesini kurulan diyalogların abartıya kaçmayan, düzgün bir Türkçeyle kurulmuş sade, doğal diyaloglarla ve buna eşlik edecek betimlemelerden anlayalım, milletvekili ile köylü arasındaki kopukluğu yine abartıya kaçmayan doğal diyaloglara görelim veya iki tarafın psikolojisinin anlatımından hissedelim, çıkaralım, anlayalım. Aksi takdirde kendimizi bir okur gibi değil babası tarafından elinden tutularak parka,okula getirilmiş veya gezmeye çıkarılmış bir çocuk gibi hissedebiliriz, en azından ben böyle hissediyorum. Tüm hikayelerde beni rahatsız eden bir nokta, yazarın karakterlerini fazlasıyla şiveli, sokak ağzıyla konuşturması. Ancak bu duruma
Aziz Nesin
Aziz Nesin
in
Kazan Töreni
Kazan Töreni
adlı eserine yaptığım incelememde (#112007469) yer verdiğim için tekrara düşmek istemiyorum. "Cumhur Ali" adlı hikayenin başlangıcındaki yer yer anlatımı (örn: "... Cumhur Ali kim peki?"...") (s.156) ve
Yılanların Öcü
Yılanların Öcü
adlı romanının başlangıcı aklıma Kitabı Mukaddes'ten şu paragrafı getirdi: "Nuh'un oğulları Sam, Ham ve Yafet'in soyunu anlatan kayıt budur: Tufandan sonra onların oğulları oldu. Yafet'in oğulları Gomer, Magog, Maday, Yavan, Tubai, Meşek ve Tiras'tı. Gomer'in oğulları Aşkenaz, Rıfat ve Togarmay'dı. Yavan'ın oğulları Elişah, Tarşiş, Kittim ve Dodanim'di. Ada halkları bunlardan çıktı; hepsi kendi diline, ailesine ve milletine göre yurtlarına ayrıldı. Ham'ın oğulları Kuş, Mitsraim, Put ve Kenan'dı. Kuş'un oğulları Saba, Havila, Sabta, Raama ve Sabteka'ydı. Raama'nın oğulları Seba ve Dedan'dı. Kuş'un Nimrod adında bir oğlu oldu. Nimrod yeryüzündeki en güçlü adamdı; Yehova'ya karşı gelen kudretli bir avcı olarak tanındı. “Yehova’ya karşı gelen kudretli avcı Nimrod gibi” sözü buradan gelir … Mistram'in oğulları …" Yanlış anlaşılmak istemediğim için dalga geçmek gibi bir amacımın olmadığının altını kalın çizgilerle çiziyorum. Fakir Baykurt'un sıklıkla anlatımında kullandığı bu yöntem, yani, karakterleri en baştan nüfus memuru edasıyla tanıtması, okurun dikkatini abartılı şekilde karakter üzerine çekmesi ve okurun anlamasından emin olma çabasının bende yaptığı çağrışımı ve üzerimde bıraktığı etkiyi daha somut şekilde izah etmek istedim sadece. Bununla birlikte bu özelliği nedeniyle yine tiyatroya kayma söz konusu. Kitaptan en beğendiklerim ise "Gazi Büyürken", "Balyalı Deli Kemal" ve "Keller Köyü" adlı hikayelerdir. Bilhassa ilkini çok beğendim. Şehirde bir apartmanda kapıcılık yapan bir aile merkeze alınmış. Evin erkeği bir bahaneyle ikinci işi olan inşaatta çalışıyor. Bu esnada apartmanın işlerine eşi bakıyor. Kadın henüz on sekizinde olmasına karşın iki küçük çocuğu var. Bunlardan hikayeye ismini veren Gazi sürekli Pepsi istiyor annesinden. Kadın telaşla daireden daireye, ordan bakkala koştururken Gazi sağlığını bozacak bir yaramazlık yapıyor. Tüm bu olaylar esnasında kadının yaşadığı telaş, öfke, üzüntü gibi duygular başarılı şekilde okura aktarılıyor. Sanki her kafadan bir ses çıkıyor hissini yaşıyoruz tam da olması gerektiği gibi. Şiveli konuşturma dışında da az önce değindiğim olumsuzlukları da barındırmıyor "Gazi Büyürken." Son olarak hayatı hakkında biraz bilgi sahibi olduğum yazara saygı duyuyorum. Zorluklar yaşamış, doğru bildiğinden şaşmadan halk için faydalı bir birey olmaya gayret etmiş. Ancak bu, kendisini eleştirilmez kılmaz. Sonuçta ortaya edebi eserler ortaya çıkarmış ve burada Fakir Baykurt'un siyasi, sosyal vb edebiyat dışı özelliklerini mevzubahis etmiyorum, sadece edebiyatını ele alıyorum. Haliyle, sırf edebiyat dışı faktörlerden dolayı yazarın edebiyatını beğeniyor gibi gözükmek veya kendimi beğenme psikolojisine sokmak istemem. Keyifli okumalar
Can Parası
Can ParasıFakir Baykurt · Remzi Kitabevi · 1973223 okunma
··1 alıntı·
804 görüntüleme
Gönül. okurunun profil resmi
Kalemine sağlık Kaan, eleştirel bir tarzla yazilmış güzel bir inceleme okudum. Toplumcular senin de değindiğin birçok noktalardan ötürü yıllardır eleştirilmiştir zaten. Dediğin gibi herkes eleştirilebilir. Fakir Baykurt'u "kişiliğinden" değil "edebiyatın"dan ötürü okuyan biri olarak birkaç şey yazmak istedim. Efkar Tepesi'ni ben de çoğu kurgu eserinden daha başarılı bulmuştum, bu konuda katılıyorum sana. Baykurt daha çok bir anlatıcı kurgucu değil. Yalnız eleştirilerini getirirken bazı konuları gözden kaçırmışsın gibi geldi. Eserin dönemi ve belli bir anlayışla yazılmış olması. Yani Baykurt, senin kusur gördüğün çoğu şeyi bilinçli yapmış. Mesaj verme kaygısı var evet, çünkü sanattan devrim yapmak için faydalanmak istemiş. Mesajlarını açıktan vermek istemiş çünkü hitap ettiği kesim daha çok basit düşünen, okuma zevki olgunlaşmamış okurlar. Düzyazı yazsaymış o zaman, denilebilir. Ama düzyazi bir roman ya da öykü kadar okunmaz. Bu konuyu baştan bildiğimiz için onu okurken örneğin bir "Tanpınar" dan beklediğim edebi verimi beklemem. Edebi eserlerde "yöresel dili" görmekten hoşlanmamışsın. Oysa ben bundan gerçekliği arttırdığı için ya da sadece dilin yöresel zenginliklerini görmeyi sevdiğim için hoşlanırım. Ki yazar Türkçe sözcük kullanımına çok dikkat eder. Kendisi de unutulan birçok sözcüğü ortaya çıkarmış ya da yeni sözcük türetmiştir. Zaten herkesi aynı konuştursa amacıyla çelişirdi.Mesela ben yine bir köy romanı olan Hasan Ali Toptaş'ın Gölgesizler romanını okudum. Orada köylüler kendi diliyle konuşmuyordu. O yüzden köylüyü okumuş gibi hissetmedim kendimi. Normal bir roman kahramanlarıydılar. Toplumcuların çoğunda diyolaglar cok kullanılır, yer yer ben de sıkılırım bu durumdan. Bireyleri daha iyi tanıtmak istemiş olabilirler. Bunu da edebiyatımızdaki bir farklılık ve hoşluk olarak görüyorum ben. Nasıl Oğuz Atay'ı bol bilinçakışlı paragraflarını seviyorsam toplumcu gerçekçilerin de bol şiveli diyaloglarını severim. Toplumcuları sevmenin gerçekten köylü olmakla ya da anlatılan tarzdaki insanlarla yaşamakla epey ilgisi var. Ben bu insanları çok iyi resmettiğini gördüğüm için okumaktan ayrı bir zevk alıyorum. Bizim edebiyatımızın gelişim çizgisi çok tuhaf aynı anda hem Fakir Baykurt'u hem Oğuz Atay'ı çıkarabilmişiz. İyi ki de çıkmış bu farklı tarzda yazarlar. Bir eseri "başarılı" bulurum ama sevemem, pek içselleştiremem . Kimi zaman da edebi ölçütlere göre zayıf olur ama farklı bir yönden beni yakalayabilir. Ki ben önce Orhan Pamuk'u, Cengiz Aytmatov'u, Tanpınar'ı okudum sonra toplumcuları. Yerli edebiyatımızı okumak, irdelemek, eleştirmek çok kıymetli benim için teşekkür ederim tekrar:))
Kaan okurunun profil resmi
Bu güzel, katkı veren değerli yorumundan dolayi ben teşekkür ederim Bilge.☺ Aslında eserin dönemini ve amacını göz ardı etmedim, sadece o nokta hakkında bir şey demek isterim. Tabii ki, ben de bir Oğuz Atay okuyacağım diye başlamayıp kendimi hazırladım ancak, eğer ortada bir edebi eser söz konusu ise benim de bu yönde bakmam gerekir diye düşündüm. Haliyle, yazarın edindiği misyonu baz alıp bir değerlendirme yapsam samimi olmazdım ve bu beni rahatsız ederdi. Ben, edebiyattaki gerçekçiliğin birebir hayattaki gibi olmasını çok doğru olduğunu düşünmüyorum, çünkü bu tarz bir gerçekçilik edebiyattan zira bir fotoğraf çekmek, video izlemek gibi oluyor. En azından benim için böyle. Devrimci bir misyonu aslında Rus klasik yazarları da edinmiş büyük ölçüde; Tolstoy, Dostoyevski vb. Ancak bunlar bence işin edebi yönünü de es geçmemişler. Rus toplumuyla aslında çok farklı değiliz bence ve gerek Tolstoy gerekse de Dostoyevski çokça okunmuş ve öldüklerinde büyük kalabalıklar onlara eşlik etmiştir. Haliyle devrimci bir misyon edinmenin böyle de bir yolu söz konusu. Bu noktada şu denilebilir ve ben de kendi kendime derim, Rusya'nın modernizazyonu bizden önce başladı ancak bu ne kadar hızlı oldu ve toplumun alt kesimine yansıdı, bu bir soru işareti. Fakir Baykurt'un bu eseri özelinde ben, edindiği edebiyat dışı misyonun, onun fazlasıyla edebiyatına gölge düşürdüğünü düşünüyorum ve bir okur olarak her ne kadar dönemi ve amacını göz ardı etmesem de beni rahatsız etti okurken. Bununla birlikte, bir zenginlik, bir farklılık olarak kabul etmene katılıyorum, bence de böyle. Tekrardan yorumun için teşekkür ederim.☺
fiLiz okurunun profil resmi
Okurken köy romanları okumayı neden sevmiyorum sorusunu düşündüm.Şive olması mı yoksa çözümsüzlük içinde geçen ortamlardan daralma gelmesi mi ikiside olabilir.Sanırım yaşanmışlıklarımızla ilgili bir durum.Kentsoylu kişiler hayatlarında konfor adına minimal çözümler üretip daha rahat yaşam sürerken köysoylu hayatta en doğal olan ihtiyaçlara ulaşmak güçleşir.Ancak bu normal bir durum olarak görülür- çünkü herkes öyle yaşar - değişim çok zordur böyle gider. Sevmiyorum dedim ama okumadım demiyorum.Birçok örnek roman kahramanı ve olay yazabilirim.Toplumcu yazarları ve köy romanlarını okumak zorundayım bunlar şehirlere göç öncesi geleneksel yaşantının köyde devam eden yönü.Sonra aynı yapı şehirde devam ediyor.Ülkemizin gerçeklerini anlamak doğru yorumlamak açısından önemli. Vali Yazıcıoğlu dizisinde bir bölüm geldi aklıma .Yeni atanan vali, yanına hışımla gelen köylüye kızamaz .otuz sene önce köprüsü yıkılan köye bir köprü yapılmamış köylünün karısı hastaneye gidememiş doğumda ölmüş bebekle valinin karşısına dikilir..Vali köylü kadere razı gelsin gelmesine ama bu kader değil otuz sene daha köprüsüz kalmak kader olmamalı der. Toplumcular bunları köy romanlarıyla yazmış. Yazını sadece kitap okuru için kaynak olarak görüyoruz .Galiba hata yaptığımız bir durum .Sinema ve tiyatro için de ciddi kaynak oluşturuyor. Bunu iyi edebiyat kötü edebiyat olarak değerlendiriyoruz ya ondan yazdım.Kötü edebiyat iyi bir film oluyor bazen . Yada çok güldüren bir show vs
Kaan okurunun profil resmi
Yorumunuz için teşekkür ederim. Sinema ve tiyatro için kaynak olabilir ancak buna kaynak olma olasılığı üzerinden bir okur olarak değerlendiremem. Çünkü ben bir hikaye okuyorum, önüme hikaye türünde bir ürün getirilmiş. Bu açıdan en azından bu noktada bir hata yaptığımı ben düşünmüyorum. Tabii ki, Türk edebiyatının gelişim sürecini, toplumun değişimini göz ardı etmemeliyiz ancak bunları göz önüne fazlasıyla alıp beğenmiyorken beğenir gibi psikolojiye girmem, ve gözüme çarpan, aklıma takılan noktaları belirtmeden beğenir gibi olma psikolojisinden dolayi bir yazı ortaya koysam bu oldukça yapay ve samimiyetsiz olurdu. Bu yanlış anlaşılmasin, beğenen insanlar tabii ki bu yönde yazılar yazarlar, benim burada kastım, kendi okuma sürecim. Bugün bir yerde okumuştum. Zamanında Yaşar Nabi'nin toplumculara yaptığı eleştirisinden çok hoşuma giden ve benim de aslında demek istediğim hususu gördüm, inceleme yazmadan evvel denk geldeydim, incelemenin başında koyardim. Yorumunuz vesilesiyle burada paylasayim: “İdeoloji besleyici bir gıda gibidir. Fakat yavan yutulmaz. Onu sanatın kokusu ve tadıyla örtünüz ki sizi okuyup faydalanacakların sayısı daha kabarık ve eserinizin hafızalarda bırakacağı izler daha derin olsun” Sizi anlıyorum, yorumunuz için teşekkür ediyorum. Sadece kendimi biraz daha açık ifade etmek istedim.☺
2 sonraki yanıtı göster
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.