Gönderi

Çıplak, aç bir dilenciyi sokaktan alıp güzel bir kurumun barınaklı odasına götürerek kendisine yiyecek içecek bir şeyler verdikten sonra ondan bir sopayı aşağı yukarı sallaması istenirse, doğal olarak ona sopayı niçin aldığını, onu niçin sallaması gerektiğini, bu kurumun işleyişinin akla yatkın olup olmadığını açıklamak gerekir. Yani dilenci sopayı sallamadan önce. Sopayı hareket ettirince anlayacaktır ki, bu sopa bir tulumbayı harekete geçirmekte, böylece su çıkartmakta ve sular seralar boyunca akmaktadır. Sonra kapalı kuyu kulübesinden alınıp kendisine başka bir iş verilir, meyve toplayıp efendisini sevindirecektir. Daha yüksek bir mevkiye geçiş sırasında, bütün kurumun işleyişini öğrenecektir. Bu işlere katılırken “Burada ne amaçla bulunuyorum?” diye sormayı düşünmeyecektir. Efendisine de kesinlikle sitem etmeyecektir. İşte böyle efendisinin isteğini yapanlar, yani sadece çalışan, bilgisiz insanlar, yani bizim kendilerine hayvan gözüyle baktığımız insanlar, ona sitem etmezler. Ve biz, bilgeler, efendiye ait olan şeyi tartar, onun bizden istediğini ise yapamayız. Bunu yapacağımıza toplanıp görüşler saptarız: Sopayı ne diye hareket ettirecekmişiz? Aptalca bir şey bu! Ve sonunda şöyle bir sonuca varırız: Efendi ya aptal ya da efendi diye bir şey yok, ama biz akıllıyız. Fakat hiçbir şeye yaramadığımızı duyumsuyoruz ve kendimizden kurtulmak zorunda olduğumuzu.”
Sayfa 68
·
2 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.