Gönderi

Bir Dünyevileşme Örneği: Türkiye
Bu denge meselesinin ne kadar hayati önemi haiz olduğunu daha iyi görmek için, İslam dünyasında, son zamanlarda yaşanan dünyevileşme süreçlerine şöyle bir göz atmak bile tek başına yeterli olacaktır. Fakat yine de hiçbir İslam ülkesinde yaşananlar, bu konuda ülkemizde yaşananlar kadar çarpıcı bir örnek teşkil edemez. Ezici çoğunluğu Müslüman olan ülkemizin bilhassa dindar kesimlerinin son on-yirmi yılda siyasi ve ekonomik alanda giderek güçlenmeleri, beraberinde gözden kaçmayan bir bozulma ve çürümeyi de getirmiştir. Aslında Allah'a daha iyi bir kul olma hedefiyle yola çıkan birtakım tarikat, cemaat, grup ve partilerin, bu dönemde amaçlarından saparak birer ekonomik işletme ve şirkete dönüştükleri, güç ve iktidar tutkusunun esiri oldukları, daha sonra holdingler hâline geldikleri, bunu da dinî duygulara ve dindar kesimlerin dindarane hassasiyetlerine dayanarak, hatta istismar ederek yaptıkları herkesin malumudur. Yine bu dünyevileşme sürecinde, "iman davası”nı kimseye bırakmayan bazı çevrelerin başörtüsü meselesinde attıkları geri adımlar, sözüm ona İslami işletmelerin başörtülü çalışanlarını işten çıkarmaları, yine sözüm ona İslami televizyon kanalların da kadının cinselliğini ön plana çıkarmaktan geri kalmayan reklam ve benzeri yayınlarıyla, bu konuda laik-seküler kanallardan herhangi bir farklarının kalmaması, yine İslami sermayenin reklamlarında seküler-kapitalist zihniyetten farkı olmayan bir çizgiyi benimsemeleri, kapitalist mantıkla hareket ederek, bir yandan tüketim kültürünü teşvik ederken, öte yandan çalıştırdıkları işçileri –daha sonra daha düşük ücretle yeniden sözleşme yapmak veya sigorta vb. yükümlülüklerden kurtulmak için hileli yollara başvurmak amacıyla, işten çıkarmaları, dindar söylemlerle yola çıkıp iktidara gelen hükümetlerin, zenginlerin %200-300 oranında servetlerini artırmalarına yarayacak politikalar izlerken, dar ve sabit gelirlilere %10 zammı bile çok görmeleri, bütün siyasi söylemlerini ekonomi (para) merkezli maddi bir bakış açısına endekslemeleri, ama ahlak ve maneviyattan, İslami değerlerden tek kelimeyle bile söz etmemeleri, bu gibi gelişmeler sonucunda âdeta bir “abdestli kapitalistler” sınıfının, “abdestli bir burjuvazinin" ve gömlek çıkarır gibi "değerlerinden” soyunan pragmatist bir "abdestli politikacı ve bürokratlar” zümresinin doğmakta olması, tüketim kültürünün, iktidar ve güç tutkusunun İslami kesimlerde de egemen olmaya başlaması, bu sebeple âdil olmayan bir gelir dağılımının bu gibi kesimler tarafından dert edinilmemesi ve gündeme bile alınmaması, keza finans alanında faaliyet gösteren birtakım İslami kurumların faiz yasağı kapsamında değerlendirilebilecek birtakım işlemlere karşı dirençlerinin kırılması ve sonunda daha önce "finans kurumu" olan adlarından vazgeçip “banka” şeklinde değiştirerek faizci kapitalist sisteme eklemlenmeleri; yine bir zamanlar sigortaya haram diyen aynı dindar çevrelerin benzer şekilde sigortacılık alanında mevcut kapitalist sisteme eklemlenmeleri, dinî kavram, sembol ve unsurların -mesela tekbir ve ihlas gibi-markalaştırılarak ticarete âlet edilmek suretiyle istismar edilmesi vb. daha sayılamayacak kadar çok sayıdaki örnekler, bu dünyevileşme sürecinin hangi boyutlara vardığını gözler önüne sermektedir. Tam da bu noktada, bütün bu dünyevileşme çabalarının, hatta bazı Müslümanların “masa-kasa-nisâ” uğrunda “şehvet-şöhret-rüşvet” şeytan üçgeninde kıskıvrak yakalanmalarının, Kur'an'ın dikkat çektiği "ahiret yurdunu arama" idealinden bir kopuş anlamına geldiğini itiraf etmekten de çekinmemek gerekir. Öte yandan, servet, kâr, güç ve iktidarın bizatihi bir amaç hâline geldiğini, malum çevrelerin aslında bunları İslam'a hizmet yolunda talep ettikleri yolundaki iddialarıyla başkalari kadar kendilerini de aldattıklarını aynı şekilde vurgulamakta yarar vardır. Zira İslami dünya görüşünden ve bu dünya görüşünü oluşturan temel ilkelerden taviz verilerek sürdürülen ekonomik, sosyal ve politik faaliyetlerin, tam da Kur'an'ın yukarıdaki ikazının muhatabı olan bir bozulmanın, yani dünya-ahiret dengesinin dinin aleyhine olarak bozulmasının bir göstergesi olduğunda asla şüphe yoktur. Dolayısıyla Kur'an'ın bu ikazları doğrultusunda Müslümanların kendilerini fert, cemaat, tarikat, grup veya parti olarak ciddi bir biçimde sorgulamaları ve ortaya çıkan bu sapmalardan süratle vazgeçip, İslami ideallerden taviz vermeyen bir iktisadi, sosyal ve politik faaliyetin mümkün ve herkes için gerekli olduğunu ortaya koymaları gerekir.
Sayfa 190-192
·
109 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.