Gönderi

Hz. Peygamber'in ölümünü takip eden yüz yıl içinde, Müslümanlar güney İspanya'dan Hindistan'a varıncaya kadar, medeni dünyanın çok büyük bir bölümünde yönetici bir seçkin sınıf olmaya başladılar. Siyâsî yönetim tebaa durumunda olan bütün halkların İslâm'ı kabul ettikleri anlamına gelmiyordu; durum daha başkaydı. "Dinde zorlama yoktur" (2:256) şeklindeki Kur'ânî ilke, yerli halka yeni dine dönmeleri için hiçbir baskı uygulanamaz anlamına geliyordu. Arap yarımadası dışında yaşayan insanların çoğu Hıristiyan, Musevî veya Zerdüştî idi. Bu bakımdan, bu dinlere mensup olanlar, kendi dinî kurumlarını koruma haklarıyla birlikte vahiyle gönderilmiş kitapların alıcıları olarak kabul edildiler. Daha da ileride, Müslüman yönetici seçkinler (elite), tâbi halkları dinlerinden dönmeye teşvik etmediler; çünkü bu durum Müslümanlar olarak kendi ayrıcalıklarına su katmak olurdu. Üç veya dört yüzyıl içinde, İspanya ve Kuzey Afrika'dan Hind Altkıtası'nın içlerine kadar uzanan bir bölgede, İslâm sadece hakim bir siyâsî güç değil, aynı zamanda hakim bir popüler din haline geldi. Ancak, bu durum, İslâm tarihi üzerine yazılmış çok sayıda kitabın herhangi birisinden okunması gereken başka bir hikayedir.
·
124 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.