Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

114 syf.
·
Puan vermedi
·
26 saatte okudu
Meursault Mu, Kırmızı Benekli Pinpon Topu Mu?
Camus okumayı ve Camus'ye dair okumayı sever ve önemserim. Görüşlerini benimsediğim için değil, ondan da öte üzerinde düşünmeyi gerekli gördüğüm varoluşsal konulara dair görüşler sunduğu için. Açıkçası ilgisi olsun veya olmasın -insanlığa dair evrensel kavramları sorgulatması sebebiyle- tüm insanlarca okunmasının elzem olduğunu düşündüğüm yazarlardan biridir Camus. Kitap hakkındaki düşüncelerime geçmeden önce konu ile alakalı olduğuna inandığım bir noktaya parmak basmak istiyorum: Kanımıza işlemiş olan her konudaki iflah olmaz ikilem yaratma merakımıza. Evrim mi, Tanrı mı; aşk mı, mantık mı; mutluluk mu, para mı; Meursault mu, toplumsal değerler mi? 'Taraf olmayan bertaraf olur.' felsefesini sakat bir tarafgirlik noktasına vardırıyoruz. Halefini eğrisiyle dahi kabul ettiren, buna mukabil muhalifini doğrusuyla bile reddettiren bir tarafgirlik. Ikilem yaratmaya kendimizi o kadar adamışız ki kutuplaştırdıklarımızın bir arada da yaşayabilecekleri ihtimalini aklımıza getirmiyoruz bile. Halbuki şunu göz ardı ediyoruz ki bu kutuplar içlerinde birbirlerini barındırıyor dahası biri diğerinin var olma sebebi. Nereden geldim bu konuya? Kimi okur başkahramanımız Meursault’yu göklere çıkarıp toplumsal değerleri yerle bir ederken kimi okur da tam aksini yapıyor. Fikrimce dengeli bir sorgulama daha ufuk açıcı olacaktır. Yazar kitapta; toplumsal değerlerin bireyi baskılaması, tutumların çevre tahakkümüyle şekillenmesi, suç ve ceza kavramlarının belirleyicileri gibi bazı önemli konuları sade bir dil ve sıradışı bir başkahramanla işlemiştir. Vuruculuk dille değil, karakter ve önermelerle sağlanmış. Bu sebeple kitap rahat okunmakla birlikte derin sorgulamaları da beraberinde getirmektedir. Kitabı okurken bir kere daha fark ediyoruz ki İnsanı 'Lanet olası federaller!' diye isyana sürükleyen, adeta kendine hayat sigortamız rolünü biçen, başlı başına kurumsallaşmış bir lobiden bahsetmek mümkün. Adı da el-alem! Toplum baskısını bir tarafa bırakırsak tasvip etmediğimiz fakat öte yandan da kızamadığımız, zaman zaman bize Atılgan'ın Bay C'sini anımsatan Meursault sütten çıkmış ak kaşık mı peki? Hayır! Yaşamı, ölümü, sevgi ve acı dahil tüm duyguları, arzuları, insani pek çok değer ve ihtiyacı hiçleştiren bir karakter normalize edilmemeli. Burada kast ettiğim normallik ölçütünün toplumun normallik algısından ziyade insan varlığının normalliği olduğuna da açıklık getirmek isterim. Bu, biyopsikososyal bir varlık olan insanın doğasına aykırıdır. Bana kalırsa yazar da kitaba “Bugün annem öldü. Belki de dün, bilmiyorum.” gibi çarpıcı olacağını bildiği bir cümleyle giriş yaparak durumun pek de normal karşılanamayacağını göstermiş oluyor. ‘Başkalarının değer yargılarıyla kendimizi zincire vurmamak!’ yahut da ‘Değersizliģi değer edinmek!’ kabilindeki kulağa epey iddialı gelen sloganik söylemlerle Meursault'nun durumuna güzellemeler dizmek pek sağlıklı bir yaklaşım olmayacaktır. Öncelikle şunun ayırdına varalım: Camus, Meursault karakterini yaratarak düzene başkaldırmıştır fakat Meursault'nun tutumları bir başkaldırı veya tercih olmaktan ziyade tabii bir haldir. Mesleki deformasyona yenik düşerek bu belirtiler falan bozukluğa işaret ediyor gibisinden tanılar koymaya niyetim yok. Fakat şunu da belirtmek isterim ki günümüzde Meursaultvari tutumların artış gösterdiğini gözlemliyor ve yakın gelecekte -en yumuşak tabirle- bu hissizleşmenin, başta sosyal bilimler olmak üzere pek çok bilimin gündeminde yer alacağını düşünüyorum. Gelgelelim kitaptaki adalet sistemi eleştirisine. Camus, yargıya bilhassa da ceza hukukuna kulak ardı edilemeyecek ciddi eleştiriler getiriyor. Örneğin, adaletin vuku bulmasında toplumun değer yargılarının ne denli derin bir etkiye sahip olduğuna dikkat çekiyor. Hukukun kaynaklarından birinin ‘örf ve adetler’ olduğunu -en azında bizim hukukumuzda- düşününce yazar haksız da sayılmaz. Bu Konu kitapta çarpıcı bir biçimde ele alınmıştır. Meursault, cinayet suçuyla yargılanmak üzere götürüldüğü mahkemede daha çok annesinin ölümüne verdiği soğuk tepkiyle suçlanır. Öyle ki avukatı en sonunda dayanamayıp “Bu adamı annesini gömdü diye mi yoksa adam öldürdüğü için mı suçluyorsunuz? Anlayalım!” sözlerini sarf etme ihtiyacı duyar. Camus'nün eleştirdiği bir diğer konu da idam cezası. Yazar hiçbir suçun idam cezasını haklı kılmayacağına vurgu yapıyor. Kitap, bu önerme ile bana, Victor Hugo'nun ‘Bir İdam Mahkumunun Son Günü’ adlı kitabını hatırlattı. İnsan haklarına aykırı olduğu gerekçesiyle ölüm cezası, ülkemiz de dahil birçok ülkede kaldırıldı neyse ki. Fakat bu cezanın kaldırılmasıyla eksiklerimizin tam olarak giderildiğini de söyleyemeyiz. Tam da bu noktada bir eleştirimi dile getirmek istiyorum. Temel ilkelerinden birinin ‘ümanizm’ (suçluyu topluma yeniden kazandırmak) olduğu ceza hukukumuzda, bu ilke kapsamında yapılan yeterli çalışma yok maalesef. Çoğunlukla kağıt üstünde kalmış bir ilke dersem yanlış olmaz sanırım. Kimlik ve yabancılaşma konuları başta olmak üzere pek çok önemli konuyu uç bir kurgu ve karakterle bizlere sunan bu sarsıcı eserle ilgili son olarak şu düşüncemi de paylaşıp incelememi noktalayacaģım: Camus, özellikle din ve toplumsal değerler konusunda birtakım aksaklığı gözler önüne sermekle birlikte bu konuları yalnızca tutucu kesim üzerinden işleyerek anripatikleştirmiştir. Okur olarak bizlerin tek taraflı bakış açısıyla bu ve benzeri konular hakkında genel bir algı geliştirmemizin, kendi adımıza bir eksiklik doğuracağı inancındayım. Ufuk açıcı okumalar dilerim...
Yabancı
YabancıAlbert Camus · Can Yayınları · 0111,3bin okunma
··
17,1bin görüntüleme
Gülcan Coşkun okurunun profil resmi
Aziz Nesin’in ‘Surnâme ‘ eseri de benzer bir konuyu işliyor..İdam cezasının tam olarak içinde yaşadığımız toplumda karşılığını gerçekçi bir şekilde işlemiş.. İncelemenin bir yerinde değindiğiniz idam cezası hakkında diğer cephede yer alanlar ile düşüncelerim ortak .BAZI SUÇLAR için idam cezasının gerekli olduğunu düşünenlerdenim.Mesela ülkemizde geçmiş yıllarda bir anket yapılıyor ve katılan insanların 3/2 si idam cezasının yeniden gelmesini benimseyeceklerini söylüyor.Kayseri’de küçük bir çocuğu ,üvey annesi ve anneannesi bir olup öldürdükten sonra parçalara ayırıp kurtuluyorlar.Anket bunun üzerine yapılmış.Vahşi suçlara vahşi cezalar verilmesi gerektiğini düşünenlerdenim. Güzel inceleme👏🏻👏🏻
Sümeyra Özat okurunun profil resmi
Toplumumuzun bu konuya dair fikrinin tek bir anketle belirlenemeyecek kadar değişkenlik gösterdiği kanaatindeyim hocam. Halkın kararı önemli elbette fakat algıları yönetilmeye müsait bir halkın kararı, ne kadar kendi kararıdır? Platon'un da 'Devlet' adlı eserinde değindiği gibi belirli bir bilinç seviyesine ulaşmadığı takdirde çoğunluğun kararı lehimize olmayabilir. Tabii son noktada, halihazırdaki yönetim biçimleri içerisinden demokrasiden yanayız :) Konumuza dönecek olursam idam cezası olacaksa şayet bunun belirleyicilerinin hükümetlerin politikaları değil, evrensel yasalar olması gerekir. Geçmiş acılarımızı da hatırlatarak ülkemizde bunun garanti edilebileceğine dair inancımın zayıf olduğunu belirtmek isterim. Garanti edilmediği takdirde telafisi mümkün olmayan durumlar vardır ki ölüm cezası bunlardan biridir. Katil ve sapiklar bir yana, bir düşünce suçunun(?) ölümle noktalanabileceği bir coğrafyada yaşayınca -konunun ehemmiyetinin yanı sıra- insan ister istemez daha da temkinli ve sağduyulu yaklaşma ihtiyacı hissediyor. Yanlış anlamadıysam 'bazı suçlar' ölüm cezasını haklı kılar demişsiniz. Burada şöyle bir açıklama yapmak isterim: Bizlerin 'bazı'sı ile yasaların 'bazı'sı farklılık gösterebilir. Adalet sistemimizde devlete karşı işlenen suçlar, kişilere karşı işlenen suçlardan daha ağır cezalar gerektiriyor. Örneğin kimi zaman pek önemsemedigimiz bir dolandırıcı, gündeme oturan bir azılı katilden daha suçlu bulunabiliyor. 'Devlet bütünlüğüne karşı' olan suçların ucunun biraz açık öldüğünu da eklemek isterim. Ezcümle olarak; kararları duygusal dalgalanmalarına göre sürekli değişkenlik gösteren bir toplumdan müteşekkil, sağlıklı bir siyasetin yürütülemediği ülkemiz için idam cezası, ekstra tartışmalı bir konu. Yorumunuzdan hareketle konuyu belli boyutlardan ele almaya çalıştım sadece ama konunun bir de derin bir insani boyutu var elbette. Düşüncelerinizi paylaşmak suretiyle sağladığınız katkı için teşekkür ederim.
Necip G. okurunun profil resmi
Sümeyra hanım emeklerinize sağlık. Kitabı birden fazla alanda ve birbiriyle ilişkisini kurarak o kadar güzel incelemişsiniz ki, birşeyler yazmadan geçmek istemedim. Zaman ilerledikçe günümüz okurunun Meursault’a bakışı geçmişteki okurlara kıyasla daha farklı. Daha yakın demeliyim hatta. Çünkü onun temsil ettiği alana doğru hızla ilerliyoruz. Eğer yanlış anlamadıysam siz de buna benzer bir durumu vurgulamışsınız. O bölüm özellikle dikkatimi çekti. Hem yazarın hem de karakterin değerini ortaya koymak adına önemli bir çıkarım. Tekrardan ellerinize sağlık. Keyifli okumalar dilerim…
Sümeyra Özat okurunun profil resmi
İyi akşamlar Necip Bey. Evet, Meursaultvari tutumların arttığını gözlemlediğimi söylemekteki amacım, dediginiz gibi profillerin o yone doğru kaydığını vurgulamaktı ki maalesef bunu iyiye yoramıyorum. Sayıları pek de azımsanmayacak bir okur kitlesinin Meursault karakterini yücelterek ekolleştirdiģini görüyorum. Şüphesiz ki edebiyat dünyasının en çarpıcı karakterlerinden biri olduğunun ben de farkındayım. Fakat okurların bu konuya biraz daha objektif ve gerçekçi yaklaşabilmelerini isterdim. Değerli yorumunuz için teşekkür eder, sizleri daha sık görebilmeyi dilerim. Verimli okumalar, sevgi ve saygılar...
Eylül Türk okurunun profil resmi
Çok başarılı bir inceleme olmuş adaşım :) Camus'nun bütün yasaklara rağmen insan düşüncesini dile getirmenin bir yolunu mutlaka bulur, dediğini anımsıyorum bir yerden... Adeta eserin bütün alt metinlerini okumuş, yorumlamışsın. Yabancılaşmanın en habis olanı, insanın kendine yabancılaşması sanıyorum. Bunun en göze çarpan ifadesi, belki de meşru acıları yaşamayı reddetmesidir. Jung'un bütün ruhsal hastalıkların temelinde, acıların görmezden gelinmesi olduğunu söylemesi bize hayli yol aldırır... Fakât nasıl sözü yine Jung Reis'e getirdim bilemiyorum :) Emeğin vefa bulsun güzel kardeşim. 🌹☘️
Sümeyra Özat okurunun profil resmi
"Meşru acıları yaşamayı reddetmek" Meursault'yu anlatan çok kaliteli bir ifade oldu. Sen Jung'u zikretmeyeli epey olmuştu, özlemiştik. Acıların yaşanmasıdır biraz da insanı insan kılan. Travma ve yas gibi zorlu süreçleri bile aşabilmek için yapılması gereken ilk iştir acının kabulü ve yaşanması. Bazen törensel ritüellerle, bazen ağlayarak, bazen konuşarak, bazen ise sadece susarak... Ama her ne şekilde olursa olsun mutlak yaşayarak! Sarf ettiğin güzel sözler için teşekkür ederim güzlerin ardına gizlenen Sümeyra.. :)
1 sonraki yanıtı göster
Kaan okurunun profil resmi
Güzel bir yazı olmuş, emeğinize sağlık. :)
Sümeyra Özat okurunun profil resmi
Teşekkür ederim. Sizinki de üzerine düşünülmüş özenli bir 'inceleme'ydi, emeğinize sağlık :)
1 sonraki yanıtı göster
Gülay Karaman okurunun profil resmi
Okuduğum kitapların incelemelerini sizin sayfanızdan takip ediyorum o kitaptaki anlatılmak istenenleri o kadar güzel yorumluyorsunuz ki kitaptan sonra incelemeleriniz ayrı bir haz veriyor ,dilinize kaleminize sağlık 💐💐
ruínas okurunun profil resmi
hangi yorumu okusam bir yerlerden eksik hissediyordum, bu yorum okuduğum en itidalli yorumdu bana kalırsa. teşekkür ederim bu bakışı yansıttığınız için...
Sümeyra Özat okurunun profil resmi
Yorumunuz beni onore etti, teşekkür ederim. Nice verimli okumalarda buluşmak üzere selam ve saygi ile..
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.