Günden Kalanlar, bu yılki okuma listeme aldığım kitaplardan Nobel ödüllü yazar Kazuo Ishiguro'nun -sanırım- en iyi eserlerinin başında geliyor. Kitabın gidişatına vakıf olacak kadar okuduktan sonra okurun dikkatini çekecek ilk husus, eserin dilinin oldukça yalın oluşu olacaktır. Öyle ki kitap boyunca herhangi bir edebi söz sanatına rast gelmeyiz. Bundan dolayı eğer bir eserden beklentiniz, dilinin bu doğrultuda edebi yönden zengin oluşu ise muhtemelen beğenmeyeceğiniz bir kitapla karşı karşıyasınız. Bununla birlikte, bence eserin gücünün başlıca iki kaynağından birisi tam olarak, kullandığı bu dildir. Bu durumu, romanda Bay Stevens'ın şu sözleriyle özdeşlik kurarak daha iyi anlamlandırabiliriz: "Bizim toprağımızın güzelliğini ayrıcalıklı kılan şey, tam da bu apaçık çarpıcılığın ya da göz alıcılığın yokluğudur. Önemli olan, o güzelliğin dinginliğidir; aşırıya kaçmaması, ölçülü oluşudur. Toprak, güzelliğinden, büyüklüğünden haberdardır sanki, bunu avaz avaz haykırmaya gerek duymaz." Diğeri ise, hikayenin anlatıcısı 1920-30'larda Lord Darlington'ın malikanesinin başuşağı Bay Stevens'dır. Bu açıdan eserin sahip olduğu dilin, aslında gayet doğru bir seçim olduğu da ortaya çıkmış oluyor.
Bay Stevens karakterini güçlü kılan etmenlerden birincisi, son derece gerçekçi oluşudur; öyle ki, 20-30'lu yıllarda yaşamış muhtemelen böyle bir insan vardır diyoruz, kitabı okurken. Ancak bundan daha önemlisi, Bay Stevens'ın kişiliğidir. Hepimiz mesleğine aşık insanlarla karşılaşmışızdır; hatta bu insanları biraz gözlemlediğimizde hem hayranlık hem de çekememezlikten beslenen ufak dozda öfke duyarız. Buna karşın Bay Stevens'ı sadece mesleğine aşık bu tarz insanlarla özdeşleştirmek, bence tam anlamıyla doğru bir niteleme de olmayacaktır. Bay Stevens, mesleğinin içinde kişiliğini uzun yıllar sonucunda eriterek, adeta yok etmiştir. Artık bu kişiliğin özgül bir ağırlığı kalmamıştır. Öyle ki, babasının ölüm haberini aldığı anın hemen akabinde, konukların yanına, işine dönmek arzusu duyar. Tabi bu noktada, her insanın yaşadığı kayıplara karşı takındığı tavır, birbirinden çok farklı olabilir ancak Bay Stevens bu şekilde herhangi bir izlenim bize vermez; o, sadece her şeyden önemli bir noktaya koyduğu işine büyük bir "vakar"la devam etmekten başka bir arzu duymaz ve hatta onun farklı bir arzu duymasını sağlayacak özgür bir istenç de varlığını bize, eser boyunca hiç ama hiç göstermez.
Özgür istencinin yokluğuna eserde en büyük gösterge, şüphesiz işvereni Lord Darlington'ın Nazi Almanya'sıyla olan ilişkisinde kendini belli eder. Bilindiği üzere, Almanya Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra İtilaf Devletleri ile yaptığı Versay Antlaşması neticesinde askeri ve ekonomik büyük bir yıkıma uğramıştır. Lord Darlington, özel bir sebebin, kişisel özelliklerine eklenmesiyle Almanya'nın bu durumundan dolayı büyük rahatsızlık duymakta ve antlaşmanın şartlarının iyileştirilmesi için büyük çaba sarf etmektedir. Cehennemin yolları iyi niyet taşlarından döşelidir, sözünü haklı çıkartacak bir akıbete doğru giden Lord Darlington, bir noktada Nazi ideolojisinin anti-semitist rüzgârına da kapılır. Bunun sonucunda Bay Stevens'a malikanelerinde uzun yıllardır çalışmakta olan iki Yahudi hizmetçinin işten çıkarılmasını emreder. Bay Stevens ise bunu sorgulamadan uygular ve bu esnada müdüre Bayan Keaton'la ciddi bir anlaşmazlık da yaşar. İşte bu anda, Bay Stevens, efendisinin bu kararını desteklediğini ifade eder. Ama yine de bu eylemi bile onun özgür istencinin bir ürünü değil, kendisine eklemlendiği efendisi ve içinde kişiliğini erittiği mesleğine duyduğu sonsuz güven ve bağlılığın ürünüdür.
İkinci Dünya Savaşı'nın bitiminde Lord Darlington, Nazilere verdiği destek neticesinde saygınlığını yitirmiş ve bir süre sonra hayatını kaybetmiştir. Malikanenin yeni sahibi ABD'li bir zengindir. Bu karakter vesilesiyle roman, dünya güç dengesinin uğradığı değişimi kendine arka plan olarak da almış olur. Ancak bundan daha önemlisi, yeni efendisinin kendisine verdiği izni bile malikanenin bir süredir aksayan işlerine bir çözüm bulma imkanı olarak gören Bay Stevens, uzun zamandır mektuplaştığı ve çok önce malikaneden ayrılan Bayan Keaton'ı yeniden eski işine girmesi için ikna etmek amacıyla yola düşer. Bu, onun uzun yıllar sonra malikâne sınırlarından ayrıldığı ilk olaydır. Bu seyahati sırasında, konakladığı bir köyde, kendisine gösterilen saygı ve ilgiye kapılan Bay Stevens, kendisini bir Lord gibi gösterir. Bu nokta, onun kişiliğinin ve istencinin tamamen eriyip yeni bir kalıpta uyanma sancısıdır aynı zamanda. Ancak Bay Stevens, roman boyunca vurguladığı, açıklamaya çalıştığı "vakar" doğrultusunda bir başuşak olduğunu anımsamakta ve bu kalıba kendini teslim etmekte gecikmez.
Aslında Bay Stevens, sürekli bir rol içinde bulunduğunu şu sözleriyle açığa vurur: "Vakur olmaya önem veren bir başuşağın bu rolden sıyrılma özgürlüğünü tadabileceği bir tek an vardır: Tam anlamıyla yalnız olduğu an." Ancak biz onun, romanda yalnız olduğu tek bir ana denk geliriz ama bu anda onun nasıl bir kişilik özelliği sergilediğinden ziyade, bu anın Bayan Keaton tarafından bozulduğuyla sınırlandırılmış şekilde. Bu açıdan, "vakur" olmaya takıntılı düzeyde bağlı olan Bay Stevens, hikayenin anlatıcısı olarak, bize en ufak bir açık vermez rolünün dışındaki haline dair. Yine vakur bir davranış sergiler! Öte yandan, seyahati esnasındaki dinlenme duraklarından birinde Harry adında birinin, halk olarak demokrasi uğruna gösterdikleri fedakârlığın karşılığını istediklerini belirten konuşması sırasında söylediği, "Kölelikte vakara yer yoktur," cümlesi biz okurlara, Bay Stevens'ın mesleği icabı vakur olmak yolundaki takıntısının aslında beyhude bir uğraş olduğunun mesajını vermektedir.
Evet, Bay Stevens bir köledir. Zihni herhangi bir dış etkenle, özgür istenci zarara uğrayarak bir esir halini almış her insan belli ölçüde bir köledir, sadece ayağında somut bir prangası yoktur. Bununla birlikte, kendisine aşık olduğunun güçlü işaretlerini veren Bayan Keaton'ın duygularından hiçbir anlam çıkaramayacak veya bunlardan ancak mesleğiyle alakalı sonuçlar çıkarabilecek zihinsel prangaları vardır.
Son olarak, romanın aynı isimle bir başrolünde Antony Hopkins'in oynadığı bir filmi de bulunmakta olduğunu belirtmiş olayım. Ben önce filmini izledim. Bunun, romanı okuma sürecime olumlu etkisi olduğunu düşünüyorum. Antony Hopkins, Bay Stevens karakterine gerçekten çok iyi hayat vermiş. Öyle ki bazı anlarda bu karaktere epey gıcık olabiliyor hatta sinirlenebiliyorsunuz. Bununla birlikte genellikle, filmlerin esinlendikleri romanlarla oldukça uyumsuz olduğuna şahit oluruz ancak Günden Kalanlar bu duruma bir istisna teşkil ediyor.
Keyifli okumalar