Bizi Hayatta Tutan ÜrpertiKarakteri az -hatta bir iki taneyle sınırlı olan- ve daha çok anlatı formatında olan, psikolojik tahlilleri fazla olup teması varoluş sancısı, bireyin yabancılaşması üzerine olan roman veya hikayeler en sevdiğim kitaplardır. Mutsuzluk Zamanlarında Mutluluk da bu özelliklere uyan, epey beğendiğim bir eser oldu.
Romanın kahramanı Gerhard Walrich, 41 yaşında büyük bir çamaşırhanede organizasyon müdürü olarak çalışan biridir. Felsefe bölümünden mezun olan Gerhard, öğrenim kredisini ödemek için mezun olur olmaz önüne çıkan ilk işe girmiştir. Bir banka şubesinde çalışan 38 yaşındaki Traudel ile uzun süredir devam eden bir ilişkisi bulunan Gerhard, sevgilisinin evlilik ve çocuk istemesi nedeniyle huzursuzdur. Aslında huzursuzluk ve buna eşlik eden mutsuzluk, onun kişiliğinin en derinine yerleşmiş birer özellik olmuştur. Ancak sahip olduğu yüksek gözlem yeteneğiyle, oldukça sıradan durum ve olaylardan kendisine ufak ufak mutluluk parçacıkları üreterek bir nebze de olsa nefes alabilmektedir. Bu tarz gözlem yeteneğinin ve gözlenen durumların altında saklanan anlamları ortaya çıkarma eğiliminin temelinde, insanın aileden beri yetiştiği ortamın etkili olduğunu düşünüyorum; şöyle ki, sorunların hasıraltı edildiği, olumlu duyguların bile dile getirilmekten çeşitli nedenlerle sakınıldığı bir ortamda büyüyen bir insan, çevresindeki bu suskunluğu anlamlandırma ihtiyacı duyar. İşte, romanda yer yer ailesinden de -özellikle annesinden- bahseden Gerhard'ın gözlem gücü ve gözlemlediği durumların altındaki anlamı çözme arzusunu buna bağlıyorum.
Bir felsefe mezunu olarak anlam üzerine de epey düşünmüş biridir Gerhard ve iş çıkışlarında oturduğu kafede, yorgun argın oturup sohbet etmekte olan insanların hayatın anlamını çözmüş gibi davranmalarına nüktedan şekilde yaklaşır. Aslında bu tavrı roman boyu göze çarpar ve roman boyu da devam eder. Kendisi, "İnsandan beklenen, mutsuzluğuyla ihtiyatlı bir ilişki kurması," şeklinde tanımlar bu tavrını diyebiliriz.
Gerhard'a yakınlık duymamızı sağlayacak en önemli faktör ise onun istemediği bir işte çalışmak zorunda kalmasıdır. İnsanın istemediği bir işte çalışması, daha önce uyanmış olmasına karşın ısrarla alarmın çalmasını beklemesidir 'uyanmak' için ve aslında bu zaman aralığı onu gün içinde en kahreden andır; zira bir kere sokağa kendini attıktan sonra kalabalığa karışan insan, yanlarından geçtiği her kişiden toplumsal yükümlülük parçacıklarının üzerine yapışmasıyla kendini gün içindeki standart konumuna adapte ederek rolüne bürünür. Böyle insanlar, bilinenin aksine işlerinde çok başarılı da olabilirler; çünkü o günü akıl sağlığını koruyabilme dürtüsüyle, benliğinden tamamen kopup işteki rolüne kendilerini adarlar. Ancak bu duruma eşlik eden kayıtsızlık zerreleri dolar dolar ve kafede sipariş edilen kahve bardağından taşar; o an işte, geçmişteki hayalleriyle, sevinçleriyle kim olduğu ve o halinden geldiği nokta olan şimdiyi kıyaslar ve büyük bir mutsuzluk yaşar. Sonra da geleceğinin de tıpatıp aynı geçeceğini fark ederek karamsarlığın üzerine çöktüğünü fark edip, kendini mutlu edebilecek en kırılgan bir dala bile sarılır. Bu dal çoğunlukla bir sevgili veya eş olur; lakin iş hayatındaki mutsuzluk genellikle özel hayatına da bir şekilde sirayet eder, ki etmiyorsa bile, özel hayatındaki oluşacak mutluluk vahalarından her sabah tekrar tekrar kopup çöle dönecek olmak, ızdırapların en sarsıcısı ve korkuncu olacaktır.
Bu ızdırap Kafka'nın kahramanının bir sabah odasında bir böcek olarak uyanmasına sebep olurken, Gerhard'ın dilinden "Tek istediğim, küçük bir böceğin pencerenin camında yukarıdan aşağıya yavaş yavaş ilerlemesini izlemek," şeklinde kendini dışa vurur ve romanın sonlarına doğru ise "Şu sıralarda günlerimi korku ve dehşet imgeleri olmaksızın, neredeyse belleksiz yaşayıp giderken, her gün kolayca yiyecek bulan, akşamları da yuvasına çekilen bir böceği andırıyorum," dediği anda dönüşümün tamamlanmasıyla neticelenir. Ancak onu, Kafka'nın kahramanından ayırt eden ve her şeye rağmen hayatında olumsal bir bakış açısına sahip olmasını sağlayan, gözlemleyip mutlu olduğu anların zihnine nefes aldırdığı zerrelerin kişiliğindeki birikimi olacaktır.
Bu birikim, ona hala mutlu olmasının kendi tercihlerine bağlı olduğu hissini bahşeder ve o, bunu "Bir tür mutluluk tepeden tırnağa ürpertiyor beni. Bundan sonra nasıl yaşamak istediğimi, her şeye rağmen, seçme şansım hâlâ var belli ki," diyerek ifade eder. Bu ürpertidir bizi yaşatan ve bize bu ürpertiyi veren şeylere yönelme arzusu duymalıyız mesajı verir Gerhard karakteri bizlere. Mutluluk, mutsuzluğumuzun bile tercihlerimize bağlı oluşundadır belki de. Ve tercihimize binaen hayat bulan mutsuzluk, aslında mutluluğumuza açılan birer penceredir.
Keyifli okumalar..