Gönderi

Sis, insanın ihtiyaç duyduğu metafizik gerilimlerden biri, aynı gece gibi, gökyüzü gibi, deniz gibi, uçsuz bir orman gibi... Yoğunlukta yavaşça silinen siluetler yerini hayal ile karışık bir hatırlamaya bırakır. İnsanın zihninde meydana gelen kasılmalar, önce muğlâk bir tereddüt, sonra yanılsama, sonra hoşa giden teşbihlere evrilir. Kelimelerin lügat anlamları sisin içinde rotasını kaybeder ve "gemiler geçemeyen bir ummanda" yeni bir hüviyet kazanır. Nerede ve nasıl? "O belde? Durur menatık-ı düşize-i tahayyülde; Mai bir akşam Eder üstünde daima aram; Eteklerinde deniz Döker ervaha bir sükun-ı menam." Ruhlara uykunun sükûnunu döken, hayalin el değmemiş köşelerinde, üzerinde mavi bir akşamın istirahat ettiği bir yerdir. Zaman, mekân silindiğinde ağırlığını kaybeder. Şiir orada doğar, ruh orada doyar. Yahya Kemâl şöyle inceltir anlatmaya çalıştığım hususu: "Ömrünün geçtiği sahilden uzaklaştıkça Ve hayâlinde doğan âleme yaklaştıkça, Dalga kıvrımları ardında büyür tenhâlık Başka bir çerçevedir, git gide dünyâ artık. Daldığın mihveri, gittikçe, sarar başka ziyâ; Mâvidir her taraf, üstün gece, altın deryâ..." Şiir incelir incelir, kopma noktasında erişince son bir adım için cesaret verir şair: "Yürü! Hür mâviliğin bittiği son hadde kadar!..." Sisin içinde yürümek lazım evet...önce adımlarını, sonra ayaklarını, son olarak kendini kaybedinceye kadar...
·
113 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.