Gönderi

Ruletten kazanacağımız para tek çaremizdi, onun için hemen Zerşçikov’un kumarhanesine damladık. Aslında prensle buluşuncaya kadar böyle bir eylem aklımın ucundan bile geçmemişti. Hem, kendim için gitmiyordum ki, sadece prensi kurtarmak için gidiyordum, bundan daha insancıl ne olabilirdi? Fakat belki prens olmasa da bir gün damlayacaktım oraya, bilemediğim bir tutkunun esiri olmuştum. Ama o insanlar, o krupiyeler, oyun arasında bağırmalar, Zerşçikov’un salonu bu sefer bir başka göründü gözüme. Deyim yerindeyse iğrendim, midem bulandı. Bu karanlık suratlı insanları görünce kendime lânetler yağdırdım. Ben böyle yerlere gelecek kadar budalalaşmış, alçalmış mıydım gerçekten? Masa başında yaşadığım bu psikolojiyi hâlâ unutamıyorum. Şimdi kendi kendime soruyordum: Bunları bildiğim, pislikleri gördüğüm hâlde orada nasıl kalabilmiştim? Başkalarını kurtarmak için niçin Don Kişot’laşıyor, kişiliğimden ödün veriyordum? Bunlara verilecek tek cevabım var, o zaman aklı başında, sağlıklı düşünebilen bir insan değildim de ondan. Ama kumara gelince oldukça ustaydım. Hele o gece tek kelimeyle muhteşemdim. Sessizdim, düşüncelerimi tek bir noktaya odaklamış dikkat kesilmiştim. Korkunç şekilde hesaplı oynuyordum, sabırlıydım, cimrilik yapabiliyor, gerektiğinde her türlü tehlikeyi göze alarak, saldırıyordum. Yine zeronun önünde, Aferdov’la Zerşçikov’un arasındaydım. Zerşçikov’un yanındaki bu heriften iğreniyordum ama kazanmak için burada olmak zorundaydım. Sizin anlayacağınız prens için katlanıyordum bu durumlara. Oyuna başlayalı, bir saatten fazla bir zaman geçmişti; en sonunda prensin birdenbire ayağa kalktığını oturduğum yerden gördüm, solgun bir yüzle bizim yanımıza gelerek masanın öbür tarafında, karşımda durdu. Bütün parasını kaybetmişti, sessizce benim oyunuma bakıyordu ama galiba oynadığım oyunu anlamıyor, hatta artık düşünmüyordu. Ben ancak tam o sırada kazanmaya başlamıştım, Zerşçikov parayı önüme saydı. Bu sırada Aferdov, sessizce gözümün, en saygısız bir tavırla benim yüz rubleliklerden birini alıp önünde duran para yığınına karıştırdı. Haykırdım, elini yakaladım. Burada başıma hiç beklemediğim bir şey geldi, sanki o zamana kadar beni tutan zincirleri birdenbire koparıvermiştim. Sanki o günün bütün korkunçlukları, aşağılamaları, acıları birdenbire bu bir anda, bu yüz rubleliğin kaybolması olayında toplanmıştı. İçimde biriken, sıkışan her şey, patlamak için sanki bu anı bekliyordu. Kendimden geçerek: – Bu bir hırsızdır, şimdi yüz rublemi çaldı, diye bas bas bağırıyor, etrafıma bakınıyor, yardım istiyordum. Orada kopan gürültüyü patırtıyı anlatmıyorum; böyle bir olay burada hiç görülmemişti. Zerşçikov’un kumarhanesinde herkes terbiyesi ve namusu ile otururdu. Zaten oradaki oyun da bu bakımdan ün kazanmıştı. Ama ben kendimi bilmiyordum. Gürültü, patırtı arasında birdenbire Zerşçikov’un sesi duyuldu: – Ama paralar yok, biraz önceyse şurada duruyordu! Dört yüz rubleydi! Aynı zamanda ikinci bir olay çıkmış oluyordu, bankodan para kaybolmuştu, Zerşçikov’un elinin altından dört yüz rublelik bir deste kaybolmuştu, Zerşçikov, paraların durduğu yeri gösteriyordu, “daha şimdi şuradaydı” diyordu, gösterdiği yerse tam benim yanımdaydı. Benim paramın durduğu yerle birleşiyordu, öyleyse Aferdov’dan çok bana yakındı. Aferdov’u göstererek: – Hırsız burada! Yine o çalmıştır, üzerini arayın, diye bağırıyordum. Herkesin bağrışması arasında birisinin yüksek, inandırıcı sesi duyuldu: – Bunların hepsine sebep, kimin nesi oldukları belirsiz kimselerin buraya alınmasıdır. Referanssız insanları içeri alıyorlar! Onu kim buraya getirdi, kim referans verdi? Neyin nesiymiş? – Dolgorukiy adında birisi. – Prens Dolgorukiy mi? Başka birisi: – Onu prens Sokolskiy önerdi, diye bağırdı. Masanın öte yanında duran prense sonsuz bir öfkeyle bağırıyordum: – Duyuyor musunuz prens, daha şimdi şurada beni soydukları hâlde beni hırsız sanıyorlar! Onlara nasıl bir adam olduğumu söyleyin, çabuk söyleyin! İşte burada o gün, hatta bütün hayatımda başıma gelen yıkımların en korkuncu ile karşılaştım: Prens her şeyi inkâr etti, etraftan yağan sorulara karşılık sert, açık bir dille: – Hiç kimse için sorumluluk kabul etmem. Beni rahat bırakmanızı istiyorum, dedi. Bu sırada Aferdov, kalabalığın ortasında durmuş, üzerini aramalarını istiyordu. Ceplerini kendi eliyle dışarı çıkarıyordu. Ama onun isteğine karşılık bağıra bağıra: “Hayır, hayır, hırsız belli!” diye cevap veriyorlardı. Çağrılan iki uşak gelip arkadan ellerimi yakaladılar.. Ellerinden kurtulmaya çalışarak: – Üzerimi aramanıza izin vermem, izin vermem, diye bağırıyordum. Ama beni sürükleyerek bitişik odaya götürdüler, orada toplanan kalabalığın önünde elbisemin her kıvrımını araştırdılar. Bağırıyor, ellerinden kurtulmaya çalışıyordum. Birisi: – Atmış olmalı, yerde aramak gerek, dedi. – Şimdi nerede arayıp bulacaksın? – Herhalde bir aralık masanın altına atmıştır? – Elbette, minareyi çalan kılıfını hazırlar… Beni odadan dışarı çıkardılar ama kapının eşiğinde duracak kadar bir zaman buldum, anlamsız bir öfkeyle bütün salona duyurarak bağırdım: – Rulet oyunu polisçe yasak edilmiştir. Hemen bugün hepinizi şikâyet edeceğim! Beni aşağı götürdüler, paltomu giydirip sokak kapısından dışarı attılar. DOKUZUNCU BÖLÜM I
Sayfa 700Kitabı okudu
·
109 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.