Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

688 syf.
8/10 puan verdi
·
Beğendi
·
15 günde okudu
Ne kadar özgürüz?
"Afallatıcı, hırslı ve muhteşem. Hiçbir kategoriye tam olarak uymuyor; aynı anda hem pitoresk bir savurganlık, hem vahşi ve komik bir maskaralık, hem gerilim ve korku, hem de son derece ciddi bir araştırma… Heyecan verici bir kovalamaca, alegorik bir romantizm, modern aşkın sofistike bir anlatımı, tüyleri diken diken edecek bir hayalet hikayesi… Kışkırtıcı ve inanılmaz derecede teatral - kendine rağmen inandırıcı." 1966 yılında, “Büyücü” ilk kez yayınlandığında, New York Times’ta yer alan bir incelemeden kopyaladığım bazı notlar bunlar. Çok beğendim; benim sayfalarca anlatmaya çalışacaklarımı birkaç cümlede özetleyivermiş sanki… Yine de kendimi tutamayıp, bir de ben, yorumlamaya çalışırsam…. Kahramanımız; uzak bir Yunan adasında İngilizce öğretmenliği yapmayı kabul eden Nicolas Urfe, hayata biraz yüksekten bakan, ukala tavrı ile daha romanın başında kadranımıza giriverir. Asker babasını evde yarattığı baskı ile hatırlayan, anne ve babası bir uçak kazasında aniden ölünce -üzüntü ile birlikte- bir rahatlama da hisseden, Oxford’lu bir İngiliz olmanın getirdiği -ya da gerektirdiği mi desem?- tüm o kendini beğenmişliği üzerinde taşıyan Urfe, bizi ikilemde bırakır: Onu bir taraftan benimseriz; zira aynı bizim gibi zihni çelişkilerle dolu, yaşam mücadelesini sürdürmeye çalışan sıradan bir orta sınıftır. Diğer taraftan itici buluruz; zira o ukalalığı, olduğundan daha değerli görünme çabası ve duygusuzluğu bizi rahatsız eder. Hele hayat dolu, doğal, içten, Avusturalyalı güzel Alison ile iniş-çıkışlı ilişkisi ve maço tavırları iyice kafamızı karıştırır. Hikayenin merkezinde, öğretmen olarak gittiği Yunan adasında yerel bir milyonerle, Maurice Conchis ile, arkadaş olur Urfe. Arkadaşlık çok geçmeden, gerçekliğin ve fantezinin kasıtlı olarak manipüle edildiği ölümcül bir oyuna dönüşür ve Urfe sadece akıl sağlığı için değil, aynı zamanda hayatta kalmak için de savaşması gerektiğini anlar. Fowles hikayesini son derece karmaşık şekilde, çok yönlü kurgular. Maurice Conchis’in Urfe için hazırladığı oyunlar; Antik Yunan tanrıları, Yunan tragedyaları ve Shakespeare’in “Fırtına”sı ile 1900lü yıllara damgasını vuran Freud’un psikanalizi, Jung’cu arketipler ve bilim-hümanizm tartışmalarına çok sayıda göndermeler içerir. Bir nevi, antik Yunan uygarlığını, geçmişin bu kadim bilgeliğini, günümüzün bilimine sarıp sarmalayıp önümüze koyar Fowles ve varoluşu, tüm boyutlarıyla, Urfe üzerinden, bizimle birlikte sorgular. Yol boyunca önüne atılan bir doz romantik aşkla gizli manevi alemlere itilen Nicholas Urfe, oyunlar sırasında birçok felsefi varsayımla yüzleşmek zorunda kalır: Ne kadar özgürüz? Kültürümüzün, tarihin ve çağımızdaki bilimsel gelişmelerin değerlerimiz üzerinde ne kadar etkisi var? Ahlak nedir? Evrensel bir ahlak anlayışlından bahsedebilir miyiz? Aşk, varoluşumuzu anlamlandırmak için tek başına yeterli midir? Hayatımız Sifios gibi bir dağın üzerine taş taşıyıp durmaktan mı ibarettir sadece? Bilim bize Tanrısız ve acısız bir çıkış yolu gösterir mi? Ve o çıkışı bulduğumuzda gerçekten özgür olabilir miyiz? Romanın sayfaları ilerledikçe romantik bir aşk hikayesi erotik görüntülerle bulanır, polisiye oyunlar silsilesi evrenin gizemleri ile karışırken biz de bu karmaşanın içinde, belki sıkılarak ama aynı zamanda hep bir sonraki oyunu merak ederek, sürükleniriz. Fowles son derece ilginç bir İngiliz yazar. Çok belirgin karakteristik özellikleri var; neredeyse her eserinde farklı tarzlar deniyor, kahramanlarını duygusal olarak hep çıkmazlarda, okuyucuyu da ikilemlerde bırakıyor ve “Tanrı” yazar rolüne bürünüp hikayesinin sonunu “bildirmeyi” reddediyor. Bu yüzden okuması meşakkatli, ama bir o kadar da keyifli. “Büyücü” yazarımızın ilk yazmaya başladığı ve defalarca tekrar tekrar ele alıp değiştirdiği bir roman; büyük bir çaba ve hatırı sayılır bir emeğin ürünü… Bu nedenle, “
Fransız Teğmenin Kadını
Fransız Teğmenin Kadını
” ve “
Koleksiyoncu
Koleksiyoncu
” ile karşılaştırdığımda, okuması çok daha zor; mitolojik ögelere ve Yunan tragedyalarına hakimiyet istiyor, zira göndermeler çoğu kez dipnotlarla verilenden daha derin anlamlar içeriyor… Kimi yerde dağınık, kafa karıştırıcı ve hatta provakatif; okuyucu olarak romanı elinizden atıvermek ve bu iç içe geçmiş, anlamsız bir labirente dönüşmüş tuhaf hikayeyi unutmak ve normal hayatınıza dönmek istiyorsunuz. Ancak Fowles’un polisiye dili aynı kahramanımız Urfe gibi sizi de bağladığından bir yere kıpırdayamıyorsunuz. Dolayısıyla beklediğimden çok daha uzun sürede, biraz da sürünerek okuduğum bir eser oldu “Büyücü”. Çok çarpıcı ve etkileyici; ancak benim için iş güçten arta kalan vakitlerde okunup kotarılabilecek bir eser olmaktan çok uzak. Güzel bir tatil döneminde okuma şansınız varsa, bence çok daha keyifli olacaktır.
Büyücü
BüyücüJohn Fowles · Ayrıntı Yayınları · 20242,173 okunma
··
3.500 görüntüleme
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.