Hatta onu derinliğine araştırırsak, Resül-ü kibriyânın risaletini tekaddum eden aylarda Hira Mağarasına çekilip zühdi bir hayat yaşamasında, Ashab-ı kiramın pek çoğunun, gerek savaş ganimeti ve gerekse tabii imkânlarla iyi derecede dünya malına sahip oldukları halde, sade ve mütevazî bir hayatı tercih etmelerinde bu anlayışın mevcu- diyetini görmemezlikten gelemeyiz. Hele Hz. Ebu Bekir (r.a.) efendimizin dillere destan yaşantısını,
Hz. Ali (r.a.) ın ve Ehl-i Beyt (r.anhüm) in akıllara ve idrâklere sığmayan her anı insanlar için bir ders ve ibret zühd ve takva dolu hayatlarını, ancak onların tasavvuftan aldıkları mânevi gıdalarla değerlendirmek yerinde olur sanıyoruz.