Gönderi

İslam’da felsefe ve kelamın gelişmesi, sekizinci yüzyılın ortalarında Abbasilerin ayaklanması ile irtibatlıdır. Bu dönemde ilim ve felsefeye olan alaka o derece arttı ki, ilmi ve felsefi eserler artık ferdi çaba ve insiyatif meselesi olmaktan çıktı. Çok geçmeden devlet onun yükselmesinde etkin rol oynadı ve bu etkinliğin entelektüel akisleri çok önemli boyutlar kazandı. Felsefi tartışma yahut araştırmalardan doğan kelami bölünmeler bütün İslam cemiyetini üzdü. Halifeler, bir kelami görüşü diğer görüşe karşı tutmakta ve siyasi sebeplerle o görüşe bağlanılmasını istemekteydiler. Ve tabii bunun kaçınılmaz sonucu, kelamın çok geçmeden siyasetin hizmetine girmesiydi. Netice olarak düşünce ve vicdan hürriyeti ciddi bir şekilde tehlikeye girdi. Şüphesiz, bu gelişmenin asli sebebi, İslam’da ilke ile yasa, maddi alanda manevi olan arasındaki mevcut; yakın, karşılıklı ilişki (korelasyon) dir. Ancak böyle bir gelişme, yabancı fikirlerin meydan okumasını ve akidenin bağlarından kurtulmayı gerektiriyordu. Bu görev tamamen Grek fikirlerinin ve Grek entelektüel merak ruhunun girişiyle yerine getirildi ki bu, İslam’ın anlaşılması için son derece önem ifade eden çift kutuplu bir tepkiye yol açtı. Grek düşüncesinin girişinin sebep olduğu en köklü ihtilaf, ciddi bir şekilde, vahiy bilgisini felsefi düşüncenin kontrolüne sunmaya çalışan ilerici unsurla, kendini, küfür ya da muhtemelen yabancı olması hasebiyle felsefeden tamamen uzak tutan muhafazakar unsur arasındaydı.
Sayfa 17
·
47 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.