Bu inceleme yedi bölümden oluşuyor. Dilerseniz istediğiniz bölümü ya da bölümleri bağımsız olarak okuyabilirsiniz:
Bölümler:
1- Homeros kimdi?
2- İlyada destanı
3- Troya savaşının Öncesi
4- İlyada’nın özeti
5- Akhilleus
6- Homeros ve Kadın
7- Platon Homeros’u neden sevmezdi?
“Başlayan ama bitmeyen öykülerin” başını bulduk!
Okurlar olarak şunun artık farkındayız sanırım edebiyatta artık salt yeni bir söylem, yeni bir konu, yeni duygular yok. Çoğu yeni anlatı bir önceki anlatının devamı niteliğinde ya da benzer konuları sadece ele alış tarzını farklılaştırarak bizlere sunuyor. Italo Calvino bir nevi Don Kişot’un devamı niteliğinde yazdığı ünlü eseri Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu’da bu konu hakkında "Başlayan, ama bitmeyen öyküler dünyasında yaşıyoruz" der. Devam eden sayfalarda da bu görüşünü savunmaya devam eder: “(…)Ünlü yazarların romanlarının pek çoğunun daha piyasaya çıkmadan birkaç yıl önce kelimesi kelimesine 'Öykülerin Babası'nın boğuk sesinden dökülmüş olduğu gerçeği saptanıyor. Bazılarına göre İhtiyar Kızılderili anlatı malzemesinin evrensel kaynağıdır; bütün öteki yazarların bireysel yaratımlarının kaynaklandığı ana magmadır; başkalarına göre de sanrılar gördüren mantarlar tüketerek hayali mizaçları çok güçlü olanların içsel dünyalarıyla iletişim kurabilen ve onların ruhsal dalgalarını yakalayabilen bir kâhindir; onun Homeros'un, Binbir Gece Masalları'nın veya Popol Vuh'un yazarının hatta Alexandre Dumas ve James Joyce'un yeniden cisim bulmuş sureti olduğunu söyleyenler de vardır”. Kimilerine göre ise 'Öykülerin Babası’ Homeros sayılıyor. 'Öykülerin Babası’ diye tabir edilen aslında bir kişi değil evrensel yazımın ta kendisidir. Homeros’tan önce devam eden bir sözlü gelenek vardı. İlyada’da anlattığı şeyler de daha önce bilinen hikayelerdi. O yüzden bu geleneğinin babası Homeros olamaz. Ama düzenleyicisi, biçimlendiricisi ve yönlendiricisi Homeros’tur. Seçtiği destan olaylarını sıkı bir kurguyla birbirine bağlamış ve bütün bir şekilde sunmuştur. Bu da onu evrensel yazım geleneğinin başı yapmasa da en büyük yönlendiricisi yapıyor.
Peki kimdi bu Homeros?
Hayatıyla ilgili kesin bilgiler yok. Bu yüzden çok fazla söylenti dolaşıyor etrafta. Kimisi İzmirli olduğunu kimisi Babilli olduğunu söylüyor. Ama varılan kanı İyonyalı olduğundadır. İçimizden, Anadolu’dan, İzmir’den biridir Homeros. Sonradan gelip sahiplendiğimiz Anadolu’nun, medeniyetin içinde doğmuştur. Homeros Yunan dünyasındaki tüm inanışların babasıdır. Yunanlılar için bir kutsal kitap gibidir. Her şeyi önceden gördüğüne bile inanılırdı. Kimileri ise kendisinin kör olduğunu, destanlarının başkası tarafından yazıya döküldüğünü söylemiş, buna itiraz eden Proklos ise “Homeros kördü diyenlerin kendisi kördü. Homeros kadar çok şey gören başka bir adam var mıydı?” diyerek bu söylentileri kabul etmemiştir. İster İzmirli ister Babilli, ister kör ister iyi gören biri olsun Homeros bir dünya yurttaşıdır. Evrensel yazımın en büyük yönlendiricisidir.
İlyada
İlyada Troya Savaşı’nı anlatır. 24 bölüm ve 16.000'den fazla dizeye sahip olan İlyada, Troya Savaşı'nın dokuzuncu yılında 51 günlük bir dönemi anlatmaktadır. Destan Akhilleus'un öfkesi ile açılır(öfkesinin sebebini ilerde paylaşacağız) ve Hektor'un cenazesi ile sona erer. Destan söz konusu 51 günlük kısmı kapsamakla beraber, bu dönemin öncesi ve sonrasıyla, savaşın çeşitli evreleriyle ilgili birçok olaya atıfta bulunmaktadır. Peki bu kanlı savaş neden çıktı? Neden Troya yerle bir oldu?
Savaşın Öncesi:
Savaşın neden çıktığıyla alakalı iki görüş var. İlki Miss Olympos Güzellik Yarışması. Tanrıların güç gösterisi adına bir kenti ve toplumu yerle bir etmesi kısaca. Hikayesi kısaca şöyledir:
Zeus, Akhilleus'un annesi ve babası Thetis ve Peleus'un evlilik törenleri şerefine bir ziyafet verir. Fakat bu ziyafete Eris davet edilmez. Törene sinirle gelen Eris, ("en güzel olana") diye bağırarak bir altın elma fırlatır. Hera, Athena ve Afrodit elma üzerinde hak iddia ederler. Bunun üzerine de Zeus'tan aralarında en güzelin kim olduğunu seçmesini isterler. Bu seçimi yapmakta isteksiz olan Zeus, Troyalı bir ölümlü olan Paris'in değerlendirmeyi yapacağını duyurur. Paris daha önce boğa kılığındaki tanrı Ares'in kendi boğasını yenmesi üzerine tanrıyı ödüllendirdiği için adaleti ile tanınıyordu.
Seçim konusunda kararsız kalan Paris’e tanrıçalardan çeşitli teklifler gelmişti. Hera, Paris'e onu Avrupa ve Asya'nın kralı yapmayı önerdi. Athena ise savaşta kullanabileceği bilgeliği ve yetenekleri vadetti. Son olarak yanında Kharitler ve Horalar olan Afrodit dünyanın en güzel kadınının aşkını vermeyi teklif etti. Bu kadın Yunan kralı Menelaos'un karısı Spartalı Helen idi. Paris, Afrodit'in önerisini kabul etti ve onu elmayla ödüllendirdi. Yunanların düşmanlığını kazanmak pahasına Helen'i aldı. Helen'i Paris'in elinden geri almak için Yunanların açtığı savaş Troya Savaşı olarak anılır. Evet, bu savaşın asıl nedeni gibi duruyor. İkincisi ise Anadolu’nun zenginliklerinin keşfedilmek istenmesi ve Agememnon’un güç isteği. Bu sebeplerden dolayı Troya’ya savaş açılıyor. Bu savaşta neler olduğu aşağıda özetlendi. Bu bölümü spoiler yemek adına okumamazlık etmemeyi öneriyorum. Çünkü Homeros’un dilinden İlyada’yı okumak ile özetini okumak arasında çok fark var.
Özet:
Menelaos’un eşi olan Helen’in, Troia prensi Paris tarafından Troia’ya kaçırılması büyük bir aşağılama olarak kabul edilir. Bunun üzerine Menelaos, ağabeyi Agamemnon’dan yardım ister.
Agamemnon, barış umudu ile Troia’ya kardeşi Menelaos ile bir elçi gönderir. Helen'in iade edilmesi ve kendilerine tazminat ödenmesi şeklindeki teklifleri kabul görmez. Daha önceden neredeyse tüm Yunan şehir devletlerini bir çatı altında toplamayı başaran Agamemnon, Akaların öncülüğündeki Grek site devletlerini toplayarak Troia'nın üzerine yürür. Uzun, zorlu ve yorucu bir savaş dönemine böylece girilmiş olur.
Akaların kâhini Kalkhas’a göre, Akhilleus savaşa katılmazsa asla Troia düşürülemeyecektir.
Bunun üzerine Odysseus, Akaların en büyük kahramanı Akhilleus’u savaşa katılması için zorla ikna edip, getirir. Savaşa katılmak istemediğinden gizlenen Akhilleus, Odysseus tarafından bulunur ve ordunun toplandığı Aulis’e getirilir. Donanma buradan hareketle ilk seferde Tros / Troas zannedilerek Mysia bölgesine çıkarma yapar. Yanlışlığın fark edilmesi üzerine yine Aulis'de toplanırlar ve sonunda Troia’ya varırlar. Savaş farklı yoğunluklarla on yıl sürer.
Akalar, Troia’ya ulaştıklarında önce şehri kuşatırlar. Dokuz yıldan fazla süren kuşatma sırasında bölgedeki yerleşim birimlerini de istila ederek, pek çok mal ve esir ele geçirirler. Akabinde iki ordu karşı karşıya gelir. Paris, Menelaos’u düelloya davet eder ve yenenin Helen'i almasını teklif eder. Teklif kabul edilir. Düelloda Menelaos Paris’i yenecekken Tanrıça Afrodit devreye girer ve Paris’i kurtarır. Askerlerden Pandoros’un Menelaos’a ok atmasıyla iki ordu savaşa tutuşur. Akalı savaşçılar birçok Troialıyı öldürürler.
Akalı Patroklos ile Hektor çatışmaya tutuşur. Aslında düello Akhilleus ile Hektor arasında gerçekleşecektir ama hem savaşa isteksiz katılan hem de savaş ganimeti Briseis’in Agememnon tarafından alınması yüzünden Akhilleus kavgaya tutuşmak istemez. Patroklos savaşçıların moralini korumak için Akhilleus'un zırhını gizlice giyip sanki oymuş gibi düelloya gider. Düelloda Hektor zırhlı askerin Akhilleus olmadığını anlar; çünkü zırh Patroklos'a oldukça bol gelmektedir ve Patroklos Akhilleus kadar usta savaşçı değildir. Düello sonucunda Patroklos Hektor batı kapılarına kadar geriletilir; ama bu sırada Patroklos Troialılar tarafından öldürülür. Diğer bir anlatıda Patroklos düelloda Hektor tarafından öldürülür. Menelaos ölenin Akhilleus olduğunu sanarak üzülür; ama cesede yaklaşınca ölenin Patroklos olduğunu anlar. Bu durumu Akhilleus'u savaşa sokmak için fırsat bilerek Patroklos'un cesedini Akhilleus'un çadırına götürür. Patroklos’un ölümü Akhilleus’u oldukça öfkelendirir ve Troia kapılarına dayanarak tekrar bir düello talebinde bulunur. Meydan okumaya Hektor karşılık verir ve savaşa tutuşurlar. Akhilleus Hektor’u öldürür. Cesedini, atlı arabasının arkasına bağlar ve dokuz gün boyunca Troia surları etrafında yedişer kez dolaştırarak paramparça eder.
Bu durum savaşta dönüm noktası olur. Başkomutan olan Hektor'un ölümü Troialıların morallerini derinden etkiler. Hector’un cenazesinin Akhilleus’tan alınması ve cenaze töreninin yapılmasıyla İlyada biter.
Bu savaş kanlı bir savaştır. Bu savaştan sonra bir sürü kayıp yaşanır. Primos ve oğulları ölüyor. Akhileus Paris tarafından öldürülüyor. Paris ölüyor. Agememnon kızı İphigenia’yı gemilerinin hareket etmesi için kurban ediyor ve savaş dönüşü karısı tarafından öldürülüyor. Troya şehri de yerle bir oluyor. Kısaca insanlar acısını çekti, tanrılar mesut kaldılar.
İlyada aslında Troya Savaşı’nın değil Akhilleus’un destanıdır. Destan Akhilleus’un bir eylemiyle başlar bir eylemiyle biter. Şimdi bu korkak ve gururlu kahramanımıza biraz yakından bakalım.
Akhilleus:
Akhilleus annesi tanrı, babası ölümlü bir kral olan yarı tanrıdır. Peleus ile su tanrıçası olan Thetis'in oğludur. Dünyanın en büyük savaşçısı kabul edilir. Normalde Thetis Zeus ile evlenmeyi düşünürken Thetis'ten doğacak çocuğun tüm tanrılardan daha güçlü olacağı kehaneti yayılır. Bunun üzerine Thetis Peleus ile yani bir ölümlü ile zorla evlendirilmiştir. Thetis, doğan çocuklarının ölümlü taraflarını yok etmek için kocasından gizlice onları doğar doğmaz ateşte yakar ama çocukları bu yüzden ölür. Thetis son oğlu Akhilleus'u (Aşil) ateşe tutarken Peleus onu yakalar. Akhilleus'un sadece topuğu yanmıştır. Diğer bir mite göre ise Annesi Thetis oğlunu ölümsüzlük nehri Styx'de yıkarken elini suya değdirmemesi öğütlendiği için onu sol topuğundan tutup suya batırmıştır. Bu yüzden Akhilleus sadece sol topuğundan vurulduğunda ölecektir. Ki Truvalı prens Paris tarafından sol topuğundan okla vurularak öldürülmüştür.
Akhilleus karakter olarak “üstün bir savaşçı ve üstünlüğünü bildiği için de gururlu, onurlu, inatçı ve alıngan, çetin, hırslı, zalim ve duygusuz bir adam”dır. “Kimsenin karşı gelemediği, düşmanlarını titreten, insafsızca kesip biçen, saldırıya geçti mi ‘ovada bir yıldız gibi parlayan’” bir karakterdir. Belki de bu özellikleri dünyanın en güçlü savaşçısı yapmıştır. Kaba kuvvetinin daha üstün çıktığı zor durumlarda küsen, mızmız bir kahramandır Akhilleus. Kaderinin onu ölüme götüreceğini bilmektedir:
“İki ayrı kader götürecek beni ölüme:
Burada kalır, savaşırsam Troya çevresinde,
tükenmez bir ün var, dönüş yok.
Dönersem yurduma, sevgili baba toprağına,
ünüm olmasa da çok yaşayacağım,
ölüm öyle çabucak gelip çatmayacak.”
Akhilleus az yaşasa da ünlü yaşamayı seçmiş ve bunun için Troya savaşına katılmaya karar vermiştir. “Öte yandan Akhaların kâhini Kalkhas'ın Akhilleus sefere katılmazsa Troya'nın alınamayacağını bildirmesi üzerine, Odysseus yiğidi aramaya çıkar, Skyros'a varınca kurnazca bir düzen tasarlar, gezgin satıcı kılığına girip Lykomedes'in haremine sokulur ve kızların, kadınların önünde bohçasını açıp bir sürü kumaş dokuma ve işleme serer önlerine, ama bohçanın dibinde birkaç kıymetli silah da vardır, Pyrrha kılığındakl Akhilleus bunları görünce dayanamaz, onları almaya, kullanmaya can atar, böylece kimliğini açığa vurur. Odysseus da onu peşine takar.” Akhilleus böylece Troya Savaşı’na katılmıştır.
Akhilleus savaşın daha başında neden küstü ve öfkelendi? Şimdi bu soruya cevap verelim. Tanrı Apollon'un rahibi Khryseis gelir, Agamemnon'un tutsak olarak alıkoyduğu kızı Khryseis'i geri ister. Agamemnon kızı vermediği için tanrı Apollon Akha ordusuna veba salar, dokuz gün dokuz gece ordu hastalıktan kırılır. Bilici Kalkhas kızı geri vermeyi buyurur. Agamemnon kızı vermeye razı olur, ama onun yerine Akhilleus'un tutsağı Briseis'i alacaktır. Agamemnon Briseis'i alır, ama Akhilleus da barakasına çekilir, savaşa artık katılmayacaktır. Ama “Akhilleus'un Agamemnon'a karşı öfkesinin asıl nedeni sömürüye karşı ayaklanmadır: Kendisi hiçbir çıkar gütmeden savaşır, didinir, payı başkomutan”ın almasıdır.
“Agamemnon özür dileyip elinden aldığı Briseis'i geri vermeye razı olunca, Akhillus dönmek istemez, erkektir, yapılan haksızlığı unutamaz. Bu kırgınlığını da şu basit, insanca sözlerle dile getirir:
Bir Atreus oğulları mı sever karılarını?
Sever, korur karısını duygulu, akıllı her adam.
Ben de yürekten seviyorum benimkini,
kazanmışım onu ben kendi kargımla.
Agamnemnon oyun oynadı bana, aldı onur
payımı,
beni bir daha kandırmaya kalkmasın sakın!”
Azra Erhat’la bitirelim: “Homeros yiğitlerin yiğidini gerçi bu vasıflarla donatmış, bize hem olumlu, hem olumsuz görünen bu nitelikleri en parlak ve çarpıcı renklerle belirtmiştir, çünkü sanatı ondan yanadır, ama yüreği ondan yana değil, yüreği yurdunu savunan durgun, ölçülü, erdemli kahraman insan Hektor'dan yanadır Homeros'un. Gene de, tıpkı bir romancı gibi Akhilleus'u bir insan olarak canlandırmayı amaç edinir ve akla karayı gereğince karıştırarak, eşine az rastlanır bir ustalık ve dünyanın başka hiçbir destanında görülmeyen eleştirici bir anlayışla onu hem iyi, hem kötü bir adam olarak çıkarır karşımıza. Akhillus böylece içinde karşıt eğilimlerin çarpıştığı gerçek bir insan oluverir, yaşantısı da gerçek bir dram olarak canlanır gözümüzde.” Hector’dan yana olan sadece Homeros değildir. Fatih Sultan Mehmet’in ve Atatürk’ün Çanakkale’yi ziyareti sırasında “Hektor’un intikamını aldık” dedikleri de söylentiler arasındadır.
Homeros ve Kadın
Yunan mitolojisinde kadının yaratılışına ait farklı anlatılar var. En bilineni Pandora Efsanesi. Bu anlatı “Ha bir kadına güvenmişsin ha bir hırsıza” “Bir karı ki boğazından başka bir şey düşünmez” gibi hiçbir dayanağı olmayan saçma sapan ifadelerle örülüdür. Bu konudaki bakış açısını biraz daha derinleştirelim. Arkaik Çağ şairi Simonides’in bir hikâyesinde anlattığına göre “Başlangıçta tanrı, kadın aklını bir dişi domuzdan yaratmış. Bu kadının hem kendisi hem de evi pislik içindeymiş. Başka birini ise; dişi tilkiden yaratmış. Her şeyi bilen bu kadının sağı solu belli olmaz, iyiye kötü kötüye iyi dermiş. Başka biri de dişi köpekten yaratılmış. Her şeyi duymak ve bilmek isteyen bu kadın, sürekli gezer durur ve sürekli havlarmış. Bir erkek onu güzellikle veya zorla susturamazmış. Olympialı’ların topraktan yarattığı kadın ise; bodur bir yaratık olup, iyi ile kötü nedir bilmezmiş. Tek yaptığı tıkınıp durmakmış. Tanrının denizden yarattığı kadına gelince; bir gün güler ve mutlu olur, onu gören yabancılara “dünyada bunun kadar iyi ve güzel bir kadın yoktur” dedirtecek kadar sevimli olurmuş, öbür gün ise ne yüzüne bakılır ne yanına yaklaşılırmış. Tıpkı bir okyanus gibi değişken bir tabiatı varmış. Tanrının kül grisi eşekten yarattığı kadın; pek çok zorluğa katlanarak istemediği halde çalışır dururmuş ama gece-gündüz durmadan yermiş. Aşkta ise seçici davranmazmış. Gelincikten yaratılan kadın ise berbat bir yaratıkmış. Onunla ilgili hiçbir şey, güzel ya da sevilir değilmiş. Aşk için çıldırırmış ama beraber olduğu adamı hasta edermiş. Komşularından çalar çırpar, pişmemiş kurban etlerini yermiş. Tanrının uzun yeleli bir kısrağın yavrusundan yarattığı kadın da herkese dert olur, evde hiçbir işe yardım etmezmiş. Günde iki-üç kez yıkanır, süslenir püslenirmiş. Başkaları için bakılası güzellikteki bu kadın, kocası için tam bir veba demekmiş. Maymundan yaratılan kadın ise; Zeus’un erkeklere verdiği en büyük dertmiş. Kente indiğinde herkesin ona bakıp da kahkahalarla güleceği iğrençlikte bir surata sahipmiş. Kısacık bir boynu ve hantal bir yürüyüşü varmış. Bedeni yalnızca sahip olduğu bacaklardan oluşuyormuş. Tıpkı bir maymun gibi her türlü hileyi, oyunu bilirmiş. İyilik yapmayı ise bilmez, gün boyu kötülük planlar dururmuş. Tanrının arıdan yarattığı kadını alan erkek ise; talihliymiş. Onun sayesinde mal varlığı artar, evi zenginleşirmiş. Birlikte sevgi içinde yaşarlar ve iyi bir aile kurarlarmış. Diğer kadınlar arasında hemen göze çarpan ve tanrısal bir güzelliğe sahip olan bu kadın, aşk-meşkle ilgili öykülerin anlatıldığı sohbetlerden de uzak dururmuş. Zeus’un erkeklere verdiği en iyi ve en hassas kadınlar, işte böyle olanlarmış!”
Ama Homeros’ta kadın figürü böyle aptal bir düşünce kalıbına oturtulmamıştır. Yukarıda öykünün sonunda anlatıldığı gibi birlikte sevgi içinde yaşayan, ulu ve tanrısal bir varlıktır. İlyada’nın önsözünde Azra Erhat bu konuyu çok güzel değerlendirir: “Kadının, hele ananın Homeros destanlarında hep "ulu" sıfatıyla anılması ana-oğul, ana-kız arasında tadına doyulmaz sevecenlik ilişkilerinin canlandırılması merkezi Anadolu'da olduğu kuşku göturmeyen anaerkil bir toplum düzeninin kalıntılarıdır. Kocalarını öldüren, kendilerine yüz vermeyen sevgililerini yalan dolanla öldürtmeye kalkışan kadınlar üzerine korkunç öykülerin yankısı Yunanistan'dan Troya'ya ulaşırken, Anadolu'da aileler yıkan, yaşlı başlı kadınları, körpe kızlan köleliğe sürükleyen Akha yigitlerinin tüyler ürpertici vahşilikleri anlatılırken, Troya'nın aile hayatı ne tatlı, ne ahenkli geliyor bize!”
Platon Homeros’u neden sevmezdi?
Gelelim son bahse. Sevmezdi çünkü Homeros ona göre yalancı, kopyacı ve toplumun ahlakını bozan sahtekar biriydi. Koskoca Homeros’a da denilmez ki bunlar. Bakalım nedenin kısaca. Platon, Devlet adlı kitabında toplumu yönlendirecek yöneticilerin eğitimine büyük önem vermektedir. Müzik eğitimi de büyük önem taşımaktadır. Platon müzik eğitiminin içine şiiri, edebiyatı, komedyayı, tragedyayı kısacası söz ve sahne sanatlarını yerleştirmektedir. Söz sanatlarını gerçeğe uygun olan ve uydurma olanlar olarak ikiye ayıran Platon, uydurma olanların da dikkatli bir şekilde oluşturulmasını istemektedir. Platon “her aklına gelenin uydurduğu masalları çocukların dinlemesi doğru mudur?” diye sorar. Platon’un burada kastettiği masallar Homeros ve Hesiodos gibi şairlerin masallarıdır ve bu şairleri de Platon Tanrıları ve kahramanları olduklarından farklı göstermekle suçlar. Bu konuda şaire düşen görev şudur:
“Şairler de verilen öğütlere uygun masallar düzmeye zorlanmalı. Hera’nın oğlu tarafından zincire vurulduğunu, Hephaistos’un anasını dayaktan korumak isterken babasının gökten fırlatılmasını, Homeros’un Tanrılar savaşı diye anlattıklarını şehrimizde söyletmemeli. İster açık ister gizi kapaklı olsun, bütün bu masallar uzak kalsın şehrimizden. Çünkü çocuk açığı, gizli kapaklıyı ayırt edemez. Bu yaşta duyduklarımız da akıldan çıkmaz, olduğu gibi kalır. İşte bunun için de çocukların duydukları ilk sözlerin, iyilik yolunu gösterecek güzel masallar olmasına çok önem vermeliyiz.”
Tanrılar üzerine söylenecek olan masallar iyi ve güzellikten nasibini almalıdır. Platon’a göre kötü olduğu düşünülen bir Tanrıya hiç kimse saygı göstermez. Ayrıca “Tanrının iyi ve güzelden yana eksiği yoktur”. Tanrı doğası gereği iyi olduğuna göre dışarıdaki kötülüklerin de sebebi olamaz. Oysa bu masallarda Homeros ve diğer şairler Tanrıyı kötülüklerin sebebi olarak göstermektedirler. Platon bu yüzden bu duruma karşıdır. Aslında sanata ve Homeros’a karşı değildir Platon. Sadece sanatın düzenlenmesine gerek olduğunu düşünüyordur.
&&&
Bu yazıda bahsedilenlerin hepsi Momos Mitoloji Okuma grubunda konuşulmuştu. Araştırılanları ve konuşulanları derleyerek bir yazı meydana geldi. Bu uzun yazının bölümlerini ya da tamamını okuyan herkese çok teşekkür ediyorum.