Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

608 syf.
·
Puan vermedi
·
Beğendi
·
23 günde okudu
Kehribar Geçidi, halk arasında Yedi Uyurlar, Ashab-ı Kehf isimleriyle bilinen yedi insan ve bir köpeğin kıssasından esinlenerek oluşturulmuş bir kurgu. Esinlenme diyorum çünkü hikâyenin aslı tam olarak bilinmiyor. Çeşitli din ve dillerde, kahramanları çeşitli isimlerle başka başka anlatılan bir öykü bu zira. Gerek Hristiyanlıkta gerekse İslam’da değeri olan bir yaşanmışlık… Protestanlığın yükselişiyle Hristiyanlıkta itibarının sarsıldığı söylense de Kur’an’ı Kerim’de Kehf Sûresi’nde ana hatları verilen bu kıssa değerini halen korumakta. Tarsus’taki Ashab-ı Kehf mağarasını ziyaret ettiğimde bilgilendirme panosundaki isimler dikkatimi çekmişti. Çünkü bu isimler İranlılar’ın Mardan Anjolos (Men of Anjolos) serisinde daha farklı isimlerle anlatılmıştı. Ayrıca olayların yaşandığı bölge de farklıydı. Daha sonra yaptığım araştırmada gördüm ki bu hikâyenin detayları ve yaşandığı yer tam olarak bilinmediği için efsaneleşen, başkalaşan çok kısmı var. Olayların yaşandığına isnat edilen 33 tane şehir varmış dünyada. Bunlardan dört tanesi de Türkiye’de (Selçuk (Efes), Afşin, Tarsus ve Lice) bulunuyor. Detaylar bu kadar bilinmezken, hikâyede bu kadar boşluklar varken, ‘evren boşluk kabul etmez’ hükmü gereğince boşluklar türlü şekilde doldurulmuş. Efsaneye varan söylenceler bile ortaya atılmış. Halbuki Kur’an’da sayı hakkında bile net bir şey söylenmiyor. Tek bildiğimiz; inancından dolayı zulüm gören gençlerin kaçarak bir mağaraya sığındığı ve orada 309 yıl uyuyup sonra uyandığı. “(Sonra gelenler) bilmedikleri konuda karanlığa taş atar gibi tahminler yürüterek, “Onlar üç kişidir; dördüncüleri de köpekleridir” diyecekler; “Beş kişidir, altıncıları köpekleridir” diyecekler. “Onlar yedi kişidir, sekizincisi köpekleridir” diyecekler. De ki: “Onların sayısını Rabbim daha iyi bilir. Onlar hakkında bilgisi olan çok azdır. Artık onlar hakkında gerçeği açıklama dışında tartışmaya girme ve kimseden de onlarla ilgili bilgi isteme!” (Kehf, 22) Bunca tafsilatlı girişten sonra kıssanın kitapla alakasına gelelim. Uzun bir giriş yapmamım nedeni bir ayrımı ortaya koymak. Nazan Hanım bu kitabında Ashab-ı Kehf’in kıssasını anlatmıyor. Eğer bu yanılgıya düşersek isimlerin ve karakterlerin daha da başka oluşuna itiraz edip bir çarpıtma olduğunu söyleyebiliriz. Halbuki bu bir kıssadan yola çıkan, daha geniş perspektifte uyuma-uyanma-uyandırmayı kapsayan bir esindir. Nazan Hanım, kendi ‘Yedi Uyurlar’ını oluşturarak onlar üzerinden zamanlar ötesi sözünü söylüyor. Bunu aynı zamanda şöyle de değerlendirebiliriz: Yazıcı, belli bir zamana ve mekâna sabitlenmiş Yedi Uyurlar’ı zaman ve mekândan kopararak onlara tarihsel olarak bir yolculuk yaptırıyor. 309 yıl sonra uyanmış olmak fiziksel olarak bir şeyler ifade etmektedir. Ancak bilinç düzeyinde basiret anlamında gelinen noktayı anlatmak o kadar kolay değildir. Hele de bakışlar, ufuklar ötesinde bir yere değmişse, uyanmış olanların uyuyanlara -ve dahi uyanmak istemeyenlere anlatacağı bir şey olamaz. “Gördükleri rüya değil apaçık bir rüyetti. Saf zamanın gölgeleri.” (Syf 574) Ayrıca Nazan Hanım’ın İmparator Diocletianus dışındaki ana karakterlerin isimlerinin hepsini (köpeğin ismi de dahil) değiştirmiş olmasını, aynı zamanda bildiği gerçeğe sonuna kadar bağlı okuru da rahatsız etmemek için yaptığını düşünüyorum. Çünkü burada olay aynı, 309 yıl sonra uyanmak olsa da kurgunun gücüyle daha başka bir şey anlatılmaya çalışılıyor. Yedi Uyurlar kıssasının temelinde zulme uğrama vardır. Bu kurguda da yazar, karakterlerini; köle-azatlı köle-yoksul, Romalı-Barbar-gezgin, genç-yaşlı karışık seçer. Ortak noktaları farklı yerlerden gelseler de aynı zulme uğramış olmaları, inançlarından dolayı horlanmaları, adaletsizliğe tahammül edememeleridir. Karakter bazındaki bu çeşitlilik, evrensel ve zamanlar ötesi bir kurgunun ipuçlarını verir bize. Çünkü zaman olarak Roma’nın yıkılışına yakın bir zaman seçilmiş olsa da anlatılan bütün bir insanlık tarihidir. Pagan zulmünü çeken, inancından dolayı diri diri yakılan İsevilerin, Paganize olmuş inançları hâkim olduğunda aynı zulmü devam ettirdiklerini görürüz. Zulmün öznesi ve nesnesi değişmiştir sadece. Gladyatör savaşlarını da görürüz, inanç tahakkümünü de. Cadı katlinde diri diri yakmayı da görürüz ilkel bağnazlığın diri diri çocuk gömmesini de… Efendi-köle, terbiye eden-terbiye edilen değişir ama resim değişmez. Saf inancın çilesini çekip kendini feda edenler, sonrakilerin sömürü nesnesi olmuş, devran mutat şekilde sürmüştür. Fiziki uyuyanların agâh uyanıp, rüyalarında rüyet bulmaları, içinde bulundukları toplumu gaflet uykusundan uyandırmaya yeter mi? Uyandırmak mümkün değilse, uyanmış halde uyuyanların şarkısına eşlik etmek mi? Yoksa sözünü sakınmadan zulme karşı yürümek mi? İşte size romanın derdi. ELEŞTİREL BAKIŞ Eseri eleştirel bakış açısıyla ele alırsak; lüzumundan fazla detayların özellikle romanın ilk yarısını yer yer boğduğunu söyleyebilirim. Bunun özellikle daha yeni yeni karakterleri tanımaya, romanın içine girmeye çalışan okuru sıktığını düşünüyorum. Nazan Hoca’nın romanlarına aşina olanlar onun ‘Değil mi ki…’ diye başlayan imzası haline gelmiş cümle kalıbını bilirler. Ancak bu kalıbın romanın ilk yarısında sık ve özensizce kullanıldığını gördüm. Bir yemekteki baharat eğer yemeğin esas tadını bastıracak kadar yoğunsa önce dili sonra algıyı yorar, hoş bir etki de bırakmaz gerisinde. Halbuki o baharat yerinde kullanıldığında yemeğin tadını çeşitlendiren, lezzetini artıran bir öğedir. ‘Değil mi ki’ kalıbını seven biri olarak ben böyle düşünüyorsam bu nötr okuyucuyu daha çok rahatsız edecektir. Romanın ikinci yarısında ise bu kalıbın daha az ve yerinde kullanıldığını ve bunların homojen dağıtıldığını gördüm. Birçok açıdan romanın ikinci yarısının ilk yarısından daha başarılı olduğu görüşündeyim. 309 yıl sonrasına uyanmak fikri düşünüldüğünde edebiyat için müthiş bir malzeme. Muhayyilenin genişliğiyle okurun merakı birleştiğinde bir de kıssayı bilenleri şaşırtacak bir son varsa çok keyifli bir okuma süreci olacaktır. Romanın en çok keyif aldığım kısımları da uyuyanların 309 yıl sonrasına uyandıkları an ve sonrasıydı zaten. Uyuyup 309 yıl sonra uyanmış olsak nasıl olurdu acaba? Kıssayı duyduğumdan beri sorarım bu soruyu… (8,5/10) youtube.com/watch?v=xJ2s9yl...
Kehribar Geçidi (Ciltli)
Kehribar Geçidi (Ciltli)Nazan Bekiroğlu · Timaş Yayınları · 20212,332 okunma
··
8,1bin görüntüleme
İclâl okurunun profil resmi
Elinize sağlık, incelemeniz yine pek çok yönden kitabı ele alan, Nazan Bekiroglu'nun kalemine tanıdık veya yabancı herkesin ilgisini çeken çok hoş bir inceleme olmuş. Uzun zamandır yeni çıkan kitapları takip edemiyorum. Nazan Bekiroglu'nun bu kitabından da sayenizde haberim oldu. Ben de bir şeyi merak ediyordum kitapla ilgili. Benim için Nazan hanımın kalemi Nar Ağacı öncesi ve sonrası olarak ikiye ayrılıyor. Kimi önceki kitaplarını ağdalı veya abartılı bulsa da ben o üslupla tanıdığım sevdiğim için o tadı arıyorum genelde. Nar Ağacı bu noktada beni üzen bir kitap olmuştu. Fazla uzun ve bir nokta bir şeyler eksik gibi. Her neyse... Merak ettiğim bu kitabın bu konuda hangi tarafta olduğu... Yazarın diğer kitaplarına ve üslubuna aşina biri olarak size sormak istedim :)
Emin K. okurunun profil resmi
Teşekkür ederim, incelemenin pek çok yönden beğenilmiş ve istifade edilmiş olmasına sevindim :) Ben de Nazan Hanım’ın romanlarını Nar Ağacı ve sonrası diye ayırarak değerlendiriyorum. Ancak Nar Ağacı bir ayrım olsa da sonrasındakiler Nar Ağacı’yla aynı üslupta seyretmiyor. Nar Ağacı sonrası Mücellâ’da üsluptaki sadeleşme zirveye çıkmıştı. Hatta aşağıdaki yorumda da bahsettiğim gibi Mücellâ’yı tam bir klasik roman şeklinde değerlendirmiştim okuduğum zaman; sade bir üslup, olaya dayalı anlatım. Gittikçe sadeleşen olaya dayalı bir anlatıma doğru kayma yani. Nar Ağacı ve Mücellâ’ın ortak özelliği, Nazan Hanım’ın kendi köklerine, geçmişine dair çalışmalar olması. Belki bunun da etkisi vardır diye düşünüyorum. Üslup konusunda ben de Nazan Hanım’ın sadeleşmesinden yana değilim. Çünkü onu o şiirsel diliyle tanıyıp sevmiştim. Onu özgün kılan tarafı bu bana göre. Nar Ağacı’nda hatırlarsanız o şiirsel üslup mektup-günlük tipindeki kısa bölümde görülüyordu en belirgin olarak. Diğer kısımlar daha sadeydi bilindik üslubuna göre. Mücellâ’da öyle bir kısım var mıydı şu an tam olarak hatırlamıyorum. Kehribar Geçidi’nde de o şiirsel -ağdalı veya abartılı da diyebilirsiniz- üslup, Yazıcı Köle Simonides’in yazdığı Hanımefendi Sabina’ya Övgüler adlı metinlerde araya serpiştiriliyor. Bir de Kandilci Feliks’in henüz görmediği, tanımadığı ama “ben varsam, bu hisler bende var edildiyse elbette bunun muhatabı da olmalı” inancıyla varlığına kani olduğu bilinmez sevdiğiyle ilgili sözlerinde var. Yani Nar Ağacı’na göre kurguda daha çok duyuyoruz o üslubu. Ama eskisi kadar çok değil. Bu roman sanki eski üslupla yeni üslubun sentezi olmuş, biraz farklılaşma da var tabi. Romanı okurken yazarın Nazan Bekiroğlu olduğunu unuttuğum kısımlar da vardı, sanki yabancı bir yazardan Roma tarihine ait bir roman okuyormuş hissini kapıldım zaman zaman. Yani sorunuza dönecek olursak; bu kitap ne Nar Ağacı öncesi tarafta ne de Nar Ağacı ve Mücellâ tarafında. Daha farklı bir sentezin olduğu yeni bir kırılma olabilir :) Umarım sorunuza anlaşılır, açık bir cevap olmuştur :)
3 sonraki yanıtı göster
Eylül Türk okurunun profil resmi
Nasıl olurdu biliyor musunuz Emin Hocam, şimdi görüp de bu gidiş nereye diye içimizi karartan ne varsa, gerçekleşmiş olurdu. Gönlümüzde geçen akçeler, bilgelik hazinesi dediğimiz saptamalar, kronik bakışlardan döner ruhumuza saplanırdı... Ölüm rahmettir...Ölüm rahmettir... Ölüm rahmet... Henüz keşfettiğim Wallace Stevens'in nefis dizelerinde olduğu gibi... "Ölüm anasıdır güzelliğin; dolayısıyla, Yalnızca, ondan gelecektir düş Ve arzularımızın tamamlanışı." Ashab-ı Kehf kıssası, başlı başına bir hazine, ne mutlu o uykudan, mağarasının taşlarına ışık isabet edene... Eminim Nazan Bekiroğlu'nun kalemiyle de çok ince hususlar canlanmış, hayat bulmuştur. Vaktinize ve zihninize sağlık Emin Hocam.Beklediğim bir tahlildi, keyifle okudum.🌿
Emin K. okurunun profil resmi
Ashab-ı Kehf de hüzün buluyor ya zaten. Çünkü kazanılan büyük bir kaybedişmiş, buna tanık oluyorlar. Aynı biçimde böyle bir zaman yolculuğu içinde yer alsam hayret ettiğim bir çok şeyin olmasının yanında en tanıdık duygunun yanımdan ayrılmayan hüzün olacağını tahmin ediyorum ben de. Geri kalan insandaki merak ve hayret... Ne kadar lezzetleri acılaştırsa da, korkutucu olsa da, adaletin, insan elinde bir türlü şirazesine oturmadığı bu dünyaya baktığımızda, her şeyin karşılığının görüleceği diğer dünyayı tanıdığımızda, Ölüm nimettir... Ölüm nimettir... Ölüm nimet... Yine tamamlayıcı, güzel bir katkıydı Eylül Hanım, beğenmenize, keyifle okumanıza sevindim. Vakit ayırdığınız ve güzel bir yorumla kattıklarınız için teşekkürler :)
4 sonraki yanıtı göster
Bu yorum görüntülenemiyor
DERYA okurunun profil resmi
Tarsus da bulunan efsanevi mekanı bende bir çok kez ziyaret ettim hatta biz küçüklüğümüzden beri istemesekte zorla götürülürdük. Hemen yakınında ki kabristanda dedem büyük halam falan defn edilmiş o sebeple sık gideriz ve her defasında farklı bir efsane ile anlatılır. Lakin girişte ki büyük kayanın kıtmir olduğu söylentisine küçüklüğümden beri inanırım ve her önünden geçtiğim de homurdanırmı diye içim ürperir 🤭 👏👏 Çok yönlü bir analiz olmuş Emin hocam parmaklarınıza gözlerinize beyninize sağlık :))
Emin K. okurunun profil resmi
Tarsus'a bir kere gittim ve gittiğimde o efsanelerden bir kısmı benim de kulağıma çalındı :) Ama Kıtmir'le ilgili olanı duymamıştım. Tam olarak bilinmeyen böyle olağanüstülükleri herkes kendi muhayyilesince dolduruyor. Ortaya her tarafı efsaneleşmiş söylenceler çıkıyor. Teşekkür ederim, okuyanın ilgisi ve beğenisi de kıymetliydi, eksik olmasın :))
Rabia okurunun profil resmi
Emin Bey, maalesef mezuniyetime yakın aşırı yoğunluğumdan kitaplarla epey aram açılmıştı, bundan sebep incelemelerinizi de okumayalı çok uzun zaman olmuştu. Okuyunca yine hayran kaldım :) Çok güzel olmuş, hem bilgilendirici hem eleştirel elinize sağlık, kendi adıma çok teşekkür ederim. Kitabı da çıktığı ilk zamanlardan beri epey merak ediyordum ama fiyatı öğrenci bütçeme göre biraz tuzlu diye tereddüt ediyordum, incelemenizden anladığım kadarıyla Nazan hoca için yine sonuna kadar değecek... :)
Emin K. okurunun profil resmi
Öncelikle mezuniyetiniz hayırlı olsun. Bir şekilde yıllardır bu mecradayız. Uzun zamandır takipleştiğim kişilerden güzel haberler aldığımda mutlu oluyorum. Sizin için de umarım her şey daha da güzelleşir, bahtınız açık olsun... Bu arada incelemelerden merak ettiklerinizi yavaş yavaş okuyabilirsiniz artık. Hele de yoğun zaman sonrası bu tarz etkinlikler daha da keyifli oluyor :) Timaş'ın fiyatı abarttığı konusuna katılıyorum, çoğu kitapta yüksek fiyat uyguluyorlar maalesef ama yapacak bir şey yok. Nazan Hanım'ın emek verip sayfalarca yazdığı bu uzun romanı yine geride bıraktıklarıyla 'neyse' dedirtebiliyor, onun hatırına katlanıyoruz :) Tüm sözleriniz ve teveccühünüz için ben teşekkür ederim :)
1 sonraki yanıtı göster
Ali Gülcü okurunun profil resmi
Güzel ve esinlendirici incelemeniz için teşekkür ederim
Emin K. okurunun profil resmi
Rica ederim, esin vermesine ve beğenilmiş olmasına sevindim.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.