Gönderi

Burada eğer konunun kendi birliği içinde genel vaziyetine bir göz atılacak olursa, aşağıdaki biçimde özetlemek mümkündür: 1237 yılında, II. Gıyaseddin Keyhusrev babası I. Alaeddin Keykubad'ın zehirlenerek ölmesinden sonra Anadolu Selçuklu tahtına geçmiştir. Babasının zamanında doruk noktasına erişen memeleketin siyasi, içtimai ve iktisadi nizamı, yeni genç sultanın beceriksiz ve kötü idaresi yüzünden hızla alt üst olmaya başladı. Bilhassa veziri Sâdeddin Köpek'in kendi ikbalini ve iktidarını daha da yükseltmek için işlediği siyasi cinayetler ve gayri meşru birtakım faaliyetleri, halkın hayatında büyük krizler meydana getirdi. Bu arada göçebeler ve köylü ahali bu kötü yönetimden son derece zarar gördü. İşte bu genel rahatsızlık yüzündendir ki, 1240 yılında bir ihtilal patlak verdi. Önce Güneydoğu Anadolu mıntıkalarında, sonra da Orta Anadolu'da iyice yayılan bu ihtilalin merkezi Amasya idi. Önceleri Kefersûd taraflarında otururken Amasya'ya gelip yerleşen Baba İshak adındaki bir Türkmen babası, peygamberliğini ilân ederek Selçuklu yönetimine karşı ayaklandı ve bu ayaklanma gittikçe büyüdü. Baba İshak'ın emrindeki bu Türkmen ordusu, kadınlı erkekli, çocuklu ihtiyarlı yenilmez bir kitle halinde peşpeşe başarılar kazandı. Selçuklu hükümeti, birçok defa isyancılar üzerine kalabalık kuvvetler gönderip bu büyük tehlikeyi bertaraf etmeyi denedi ise de bu, başarıya ulaşamadı. Nihayet 1240 yılında son bir teşebbüsten sonra Baba İshak Amasya'da bastırılıp yakalandı ve idam edildi. Daha sonra, Malya ovasında vukû bulan korkunç bir çarpışmayı müteakip yenilgiye uğratılan Türkmenlerin büyük bir çoğunluğu katliâma tâbi tutuldu. Ücretli Frank askerlerinin gözüpekliği sayesinde Selçuklu hükümeti bu korkunç tehlikeyi böylece savuşturmuş oldu. Fakat bununla beraber çok pahalıya mal olan bu zafer, Anadolu Selçuklu Devleti'ni Moğol istilâsına uğramaktan kurtaramadı. Yukarıda kısaca yakın zamana kadar geçerli olan bilgilerimize göre özetlenmeye çalışılan olaylar, dikkat edilirse, üzerinde uzmanların değişik ve farklı yorumlar yaptığı birtakım problemler ortaya koymaktadır. Bu cümleden olmak üzere şunlar sıralanabilir: Olayın gerçek sebepleri nelerdir? Ekonomik faktörler mi, yoksa sosyal faktörler mi daha ağırlıklıdır? Veya yönetim ile Türkmenler arasındaki inanç ayrılığından kaynaklanan dini bir ayaklanma mı söz konusudur? İsyanın ideolojik bir yanı var mıdır, varsa bu ideolojinin mahiyeti nedir? Babâiler nasıl bir inanç sistemine sahiptiler? Bazı araştırıcıların ileri sürdükleri gibi, bu bir Sünnî hareket miydi, yoksa bir Sünnîlik karşıtı isyan mıydı? Yahut bir Alevî isyanı mıydı? İsyanın ideolojisinde Şiî faktörlerden söz edilebilir mi? vs. Bu soruları daha da çoğaltmak mümkündür. Ayrıca isyanın liderinin, yahut liderlerinin kimlikleri de ayrı bir problem olarak gündeme gelmektedir. Kaynakların bazılarında, Baba İshak'ın yanında Baba İlyas adında ikinci bir kişiye rastlanmaktadır. Şimdiye kadar bu şahıs hakkında birbirine zıt şeyler söylenmiştir. Hatta adının Karamanoğulları Beyliği'nin kuruluşuna da karıştığı görülüyor. Bu konu, hiç de az sayıda olmayan incelemeler yapılmış olmasına rağmen, yine de önemli bir mesele teşkil ediyor. Liderin Baba İlyas veya Baba İshak olması neyi değiştirir? Yahut değişen bir şey olmaz mı? Sonra Türkmenler, bu cömert, samimi ve basit yaşayışlı insanlar niçin sarsılmaz bir şekilde bu babalara bağlanmışlardı? Hangi gaye için onlar uğrunda kendilerini, kadınlarını, çocuklarını ve mallarını feda ediyorlardı? Diğer yandan, bu ayaklanmanın böyle çok geniş bir alanda bu kadar kısa bir zamanda yayılması da hayli anlamlı ve düşündürücüdür. Selçuklu ordularının, bu gayri muntazam ve teşkilâtsız kitleler karşısındaki sürekli yenilgisi şaşırtıcı değil midir? Bu yenilgiler nereden kaynaklanıyordu? ... Her ne olursa olsun Babâiler, yahut Baba Resûl isyanı ve nihayet onun oluşturduğu Babâiler hareketi, Türkiye'nin sosyal ve dini tarihini daha iyi kavrayabilmek, sonraki bir takım dini yapılanmaları yeterince anlayabilmek için yakından ve özenle incelenmeye değer bir olaydır. İşte bu araştırmamızda biz de bunu deneyeceğiz. Ancak şunu hemen belirtelim ki, bu çok mühim olayın gerçekte olduğu gibi tam olarak kavranıldığı, bütün yönleriyle aydınlığa çıkartılabildiği, bugün bile hâlâ kolay kolay iddia edilebilecek durumda değildir. Bizim yapmaya çalıştığımız şey, elden geldiğince, kaynakların imkân verdiği ölçüde gerçeğe olabildiği kadar yakın bir tarihçe sunabilmektedir.
Sayfa 52 - Dergah Yayınevi, 9. Baskı Kasım 2020, BİLGİLERİMİZİN ESKİ DURUMU VE BAZI MESELELER
·
77 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.