DİPÇE :
İspanya'da 250 yıl hüküm süren Müslüman yönetimi, 1492 yılında Sultan 12.Muhammed diğer adıyla Boabdil tarafından Granada'nın teslim edilmesiyle sona ermiştir.Boabdil, bu teslimiyetin acısı ile tepeye çıkar ve son bir kez içini çekerek şehre bakar.Bu esnada Boabdil'in annesi tarihe kazınan şu sözleri sarf eder: "Erkek gibi müdafaa edemediğin şey için kadın gibi ağlama."
Boabdil'in bu hazin vedası İspanyol ressam Pradilla'nın "Mağriplinin Son İç Çekişi" tablosu ile ölümsüzleşirken, bu efsane Salman Rushdie'nin kaleminde ise farklı bir esinle can bulur.
Hikayemizin anlatıcısı ve başkişisi Moor Zogoiby'nin Endülüs'te bir dağ köyünde Vasco Miranda adlı çılgın bir ressamın inşa ettiği kalede hayatta kalabilmek ve annesinin saygınlığını kazanmak için aile geçmişini yazması gerekmektedir. Üç kuşak öncesinde Granada'da başlayan bu yolculuk, annesinin tablolarındaki 'Moor Döngüsü' kompozisyonu gibi Granada'da son bulacaktır.
Karakterin kişisel tarihi ile ülkenin tarihi arasında bağlantılı bir kurgu oluşturan Salman'a hayran olmamak elde değil.
Eser bu anlamda gerçekten çok güçlü ve etkileyici. Karakterin annesi bir ressam ve burada anne oğul ilişkisi üzerinden Hint Ana mitine gönderme yapılıyor.
Tüm bunları göz ardı etsek bile, biçimsiz ve hastalıklı doğmuş bir çocuğun geçmişin derinliklerine giderek anlattığı büyülü gerçeklikle bezenmiş bir aile hikayesi olarak da çok keyifli bir okuma sunuyor.
Fakat yazar, Hindistan'ın çok sesli çok tenli yapısının yeniden resmedildiği bu hikaye galerisinde; siyasi sahnedeki oyunlarda inancın ve insanlığın giderek soluk bir tona bürünmesi, kin ve hazımsızlığın kan rengi almasıyla tüm bireysel tarihler nezdinde bir ulusal yıkımı sergiler.
Mağripli ise , kötücül atalardan olma iflas bir bedenin, bu metis yapının sembolüdür.
Kanımca aynı zamanda bu sızı Mağripli İngiliz yazar olarak anılan Salman'ın iç çekişidir.Salman "Geçmiş vatanımızdır." derken bu kurgu içerisine kendi duygu kırıntılarını ve özlemini de serpiştirmiştir. Dolayısıyla esere alegorik bakılması kaçınılmazdır.
Daha önce okuduğum Küçük Şeylerin Tanrısı kitabında Hindistan'ın kast sisteminde biçimlenen siyasi ve toplumsal yapıya oranla; Salman'ın sunduğu kadınları güçlü ve çekici buldum.
Burada anne figürü, hırslı fakat onarıcı ve şefkatli yönüyle ortaya çıkarken; Yahudi karışımı azimli, sinsi ve içten pazarlıklı ata figürü heterojen yapının kokuşmuşluğunu anlatır ve Hindistan'ın sırtını dayayabileceği bir babanın olmadığını oradaki tüm dengelerin inanç olgusu içinde birbirine girdiğini gösterir.
"Evet, bir yüksek komite merkezi vardı gerçekten, Müslüman çeteler Koçinli bir Yahudi'nin çevresinde toplanmıştı...İnsanlar en sonunda ihtiyaç duydukları ittifakları kurar. Gitmek istedikleri yöne götüren kişiyi takip ederler..."
Bu soğukkanlı hesaplar sonucunda,
dürüstçe bir savaş ile yalanlarla dolu çıkarcı huzur arasında kaldığında hikaye başkişilerinin dini inancı (ve belki de yazarın iç sesidir bu) tümden reddetmesine izahat olabilir.
Çok uluslu bu ülkenin kimlik mücadelesinde yeraltı dünyası olmaksızın yeryüzünde varlık gösterileyemeyeceğinin karamsar bir anlatısı olan metinde tarihsel gerçeklere ne kadar sadık kalındığının önemi pek kalmıyor imge ya da hakikat... İplerin masum niyetlilerin elinde olmadığı muhakkak.
Dönemin başbakanını doldurulmuş bir köpek figürüne indirgeyerek sisteme zehirli oklar fırlatan Salman; ölümcül ve mizahi bir anlatıma sahip.
Hint kültürünün karmaşası içinde birçok yerel motifle bezenmiş çeşnisi bol bu eseri
beğeni ile okudum.
Meraklısına tavsiye ederim. Esen kalın, mutlu sabahlar.