Gönderi

83 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
Satranç - Stefan Zweig
Stefan Zweig, Satranç adlı eserinde insan doğasına yapılacak müdahalenin o insanın akıl ve ruh sağlığını bozmaktan başka bir işe yaramayacağını anlatıyor. Nazi rejiminin üstün ırk çalışmalarının nasıl bir başarısızlıkla sonuçlanacağını öngörüp bu çalışmaları eleştiriyor. Yazar, kitabın başlarında öncelikle entelektüel tek boyutluluğun tuhaf bir türünü anlatıyor bizlere. ''Hayatım boyunca tek bir düşünceye saplanıp kalmış, monoman insanların her türü hep dikkatimi çekmiştir, çünkü bir insan kendini sınırladığı ölçüde sonsuzluğa da yaklaşmış demektir; özellikle dünyaya sırt çevirmiş gibi gözüken bu tür insanlar, özel malzemeleriyle kendilerine karıncalar gibi tuhaf ve gerçekten bir defaya özgü küçük bir dünya modeli inşa ederler.'' Bir insan gerçekten de kendini sınırladığı ölçüde sonsuzluğa yaklaşabilir mi? Sınırladığı yaşamıyla, inşa ettiği kendine özgü dünya modeliyle insanlığın zirvelerine ulaşabilir mi? Günlük yaşamımızda dikkatimizi dağıtan pek çok şeye sahip olduğumuz düşünülürse bu iddianın doğruluğu düşünülebilir. Eğer bir insan hayatını tek bir konu etrafında kurar ve geri kalan her şeyi hayatından çıkarırsa günlük yaşamında çok büyük bir boşluk oluşur. Yemek, uyumak gibi bazı zorunlu ihtiyaçlar dışında kalan bütün zamanını tek konu üzerinde çalışmaya harcarsa uğraştığı o konuda uzmanlaşması ve hatta uzmanlığın da ötesine geçmesi mümkün olabilir. O belli konuda insanlığın ulaşabileceği en uç noktaya ulaşabilir. Böyle bir seviyeye ulaşmış bir insanı ise, o konu çerçevesinde bakarsak, üstün bir insan kabul edebiliriz. Peki öyleyse, normal insanlar bu tarz bir yaşam tarzını taklit ederek belli bir yetenekte uzmanlığın ötesine geçip dünyanın bir numarası haline gelemez mi? Verilecek eğitimle üstün insanlar diyebileceğimiz insanlardan oluşan bir toplum oluşturamaz mıyız? Yazarın bu soruya cevabı olumsuzdur. ''...bilindiği gibi dünyada hiçbir şey insan ruhu üzerinde hiçlik kadar ağır bir baskı uygulayamaz.'' der yazar, kitabının ilerleyen sayfalarında. Evet, bir insan kendi tercihiyle hayatının tek bir konu dışında kalan bütün yönlerini günlük yaşamından çıkarabilir veya dış baskıyla çıkarmak zorunda kalabilir. Böylece, günlük yaşamında oluşacak boşluğun sağladığı zaman tek bir konu üzerinde çalışmaya harcanabilir. Ama, normal diyebileceğimiz bir insan bu tarz bir yaşam sürebilir mi? Sahip olduğu motivasyon veya çaresizlik oranında bir süre ciddi bir sorun olmadan yaşayabilir tabi. Bir ay, iki ay, üç ay... Ya sonra? Yeni şeyler görmek, yeni şeyler duymak ve düşüncelerine temel olabilecek yeni şeyler öğrenmek isteyen beyninin açlık ve susuzluktan kurumasına dayanabilir mi? Günlük yaşamına hakim olan boşluğun, hiçliğin ağır baskısına dayanabilir mi? Hayır! Yazarın bahsettiği entelektüel tek boyutluluk insan yaşamının doğal bir parçası olmalıdır. Bir insanın aldığı keyfi kararla kendini bir anda büyük bir boşluğa mahkum etmesi veya dış baskıyla böyle bir boşluğa mahkum edilmesi şeklinde değil... Yalnız, yazar kitabında bu yaşam tarzının doğuştan mı geldiği yoksa çocukluk tecrübeleri sonucu mu o insanın bir parçası olduğu noktasını net bir şekilde açıklamıyor. Yazarın bu kitap dışındaki fikirlerini bilmediğim için Stefan Zweig' ın bu konudaki düşüncelerinden emin değilim. İnsan doğuştan belli başlı özelliklere sahip olarak mı doğar? Yani insanlar olarak her birimiz ruhumuzda bizi biz yapan özelliklere sahip olarak mı doğuyoruz? Yoksa insan, doğumundan ölümüne kadar yaşadığı, tecrübe ettiği olaylarla mı şekillenir? Belki de her ikisinin de doğru olduğunu düşünüyordu. Çünkü kitabındaki karakterlerden biri okuma yazmayı dahi doğru düzgün öğrenemeyecek durumda iken satranç oynamakta çok büyük bir yetenek sergiliyor. Üstelik yazar bu durumu Tanrının bir mucizesi olarak niteliyor. Diğer yandan bu karakterin çocukluğunda yaşadığı çok olumsuz olaylar da yeteneklerini doğrudan etkilemiş olabilir. Hangisi olursa olsun (yeteneklerin doğuştan mı geldiği yoksa tecrübelerle mi şekillendiği) insan entelektüel tek boyutluluğa doğal olarak sahip olmalıdır. Böyle insanların sayısı ise oldukça azdır. Yazarın bahsettiği entelektüel tek boyutluluğun tuhaf türüne doğal olarak sahip olan bir insan yaşamındaki boşluktan rahatsızlık duymaz. Diğer insanların çekilmez bulacağı yaşam tarzı onu hiç de rahatsız etmez. Hatta rahatlatıcı bulur. Yaşamının doğal bir parçasıdır çünkü. Ama normal bir insanın günlük yaşamı tek bir uğraş dışında hiçliğe mahkum edilirse bu hiçlik o insanın ruhu üzerinde dayanılmaz bir baskı uygular. Yaşam tarzına uymadığı halde bu tarz bir yaşam sürmeye karar veren biri, yaşamındaki boşluğa dayanamayıp normal yaşamına geri döner. Ama dış bir güç tarafından bu tarz bir yaşama zorlanan kişi, içine hapsolduğu hiçliğin dayanılmaz baskısından kaçamadığı için akıl sağlığında zarara uğrar. İnsan denen canlı günümüz teknolojisi ile dahi tam olarak anlaşılamayan karmaşık ve hassas bir varlıktır. Her insan içinde doğup büyüdüğü topluma göre şekillenir ki toplumlar standart bireyler yetiştirmek üzerine kurulmuştur. Bu standart bireyler genellikle üstün yeteneklere sahip, öne çıkan bireyler olmasalar da yaşamak için gerekli bilgi ve tecrübelerle donanımlı olurlar. İlk insan topluluklarından bu yana değişip gelişerek oluşan toplum dinamikleri yine değişip gelişen insan doğasına uygun bireyler yetiştirir. Bu sistem stabil ve nispeten güvenli bir sistemdir. İnsanın akıl ve ruh sağlığına çok büyük bir zararı olmaz. Ancak, herhangi bir nedenle insanın hassas doğasına zorla bir müdahalede bulunulursa, dış etkiyle o insan şekillendirilmeye çalışılırsa böyle bir müdahale o insana faydadan çok zarar verir. Geriye üstün insanlardan oluşan bir toplum değil, akıl ve ruh sağlığı zarar görmüş insanlardan oluşan bir toplum kalır. Doğal olan güzeldir. Üstün insan diyebileceğimiz niteliklere sahip insan, dış etki olmadan sahip olduğu kendi özellikleriyle o noktaya ulaşır. İnsan eliyle insanın doğasına müdahale o insanın akıl ve ruh sağlığına zarar vermekten başka bir sonuç doğurmaz. Son olarak şundan bahsetmek isterim: Stefan Zweig' ın Satranç adlı eseri üzerine okuduğum bazı incelemelerde Mirko Czentovic' in romanda Nazileri temsil ettiği söylenmiş. Bu ifadeye katılmadığımı belirtmek isterim. Czentovic' in kibri, kendini beğenmişliği, Dr.B. ile oynadığı satranç maçında bilerek hamlelerini yavaş oynaması gibi ayrıntılar okuyucuda Czentovic hakkında kötü bir izlenim bırakıyor olabilir. Ama, yazarın da romanında açık bir şekilde yazdığı üzere Czentovic' in bu özellikleri kötülüğünden değil, daha çok saflığından kaynaklanmakta. Yazarın bu açıklamasını göz ardı etmeden Czentovic karakteri üzerine şöyle bir düşünürseniz bu karakterin Nazileri temsil ettiğini söylemenin haksızlık olduğu yönündeki düşünceme katılırsınız belki. Üstelik; Naziler zaten ayrı bir taraf olarak kitapta bulunuyor. Entelektüel açıdan zayıf olsa da satranç şampiyonu olmuş üstün yetenekli Czentovic bir taraf... Entelektüel açıdan güçlü denebilecek ama satranç oynamakta üstün yeteneği bulunmayan, zorla hapsedildiği ortamda satrançla uğraşmak zorunda kalıp yeteneğini inanılmaz ölçüde geliştiren Dr.B. bir taraf... Dr.B. ve daha nicelerinin haklarını kendi çıkarları için hiçe sayıp onlar üzerinde baskı ve şiddet uygulayan Naziler ise ayrı bir taraf. bilmekiyidir.com/satranc-stefan-...
Satranç
Satranç
Stefan Zweig
Stefan Zweig
Satranç
SatrançStefan Zweig · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 2020239,5bin okunma
·
373 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.