Gönderi

Freud'a göre insanın benliği onun hayvanî ihtiyaç ve istekleriyle toplumdan gelen yasaklar arasında bir denge kurmaktadır. Şahsiyetimizde toplumu temsil eden sosyal şuur'a Freud "üst-ben" (süper-ego) adını veriyor. Toplum, insan benliğini daima kendi isteklerine ve yasaklarına göre davranmaya zorlar, hayvanî tabiatımızı temsil eden "alt-ben" ise, bizi hep maddî iştiha ve zevklerimizi doğrudan doğruya tatmin etmeye zorlar. İşte insan benliği bu iki kuvveti dengede tutmaya çalışmaktadır. Diyelim ki, insan babasına veya öğretmenine karşı isyan etmek, kötü sözler söyleyerek hırsını almak istedi. Cemiyet veya onun bizim içimizdeki temsilcisi olan "üst-ben" böyle bir saldırganlığı yasaklar ve benliğimizi bu tecavüzü yapmaktan alıkoyar. Freud, tabiattaki enerji gibi, ruhî enerjinin de kaybolmayacağını söylüyor. Şu hâlde, karşımızdaki şahsa gösteremediğimiz saldırganlık enerjisi ne olacaktır? Üst-ben, boşaltılamayan enerjiyi benliğe yöneltir; yani başkasına saldıramadığımız zaman kendi benliğimize saldırırız. Kendimize saldırmak, kendimizi suçlamak demektir. Benliğe yöneltilen saldırganlık enerjisi ne kadar kuvvetli ise, bizdeki suçluluk duygusu o derecede fazla olur. Şu hâlde, insan içinden gelen isteklere direndiği ölçüde onun vicdanı daha kuvvetli olacaktır, çünkü insandaki suçluluk duygusu (vicdan azabı) harcanmayan saldırganlık enerjisinin şiddetiyle doğru orantılıdır. Gerçek dindar insanların, başkalarından daha kuvvetli bir vicdana, dolayısıyle de daha iyi bir ahlâka sahip olmalarının sebebi budur. Dindar kimseler, kendilerini birçok maddî zevklerden mahrum bıraktıkları gibi, başlarına gelen felâketleri de kendi hatalarının, günahlarının eseri olarak görürler; başkalarını değil, kendi benliklerini suçlarlar. İşi tersinden alırsak, diyebiliriz ki, toplumun kısıtlamalarına ve yasaklarına en az uyan kişiler vicdanları en zayıf kişilerdir. Bunlar hayvanî tabiatlarından gelen enerjiyi istedikleri gibi (kızdığı adamı dövmek veya öldürmek, hoşuna giden şeyleri zorla veya hırsızlıkla almak vs.) harcadıkları için, benlikleri huzur içindedir. Hiç veya pek az vicdan azabı duyarlar. Freud, bu fikre deney yoluyla varmamıştı, ama sonradan yapılan araştırmalar onun haklı olduğunu göstermektedir. Talebelerin serbest bırakılıp, fakat gizli bir yerden gözetlendikleri bir imtihanda bazılarının kopya çektiği, bazılarının dürüst hareket ettikleri görülmüştür. Kendilerinden başka bir vesile ile edinilen bilgilere göre, kopya çekmeyenler, günlük hayatta yaptıkları hatalı davranışlardan dolayı çok defa suçluluk duyanlardır; kopyecilerin çoğu bu duygudan uzak bulunmaktadır. Ayrica, kopya imkânı olmayan bir imtihanda çözümü zor bir problem geldiği zaman, eski kopyecilerin öfkeli davranışlarda bulundukları, dürüst talebelerin ise, hiç ses çıkarmadıkları görülmüştür. Dikkati çeken bir başka nokta da, kopyacı talebelerin çocukluk çağında çoğunlukla dayak terbiyesi görmüş olmaları, dürüst ve vicdanlı olanların ise, manevî ceza ile yetiştirilmeleridir. | Erol Güngör, Ahlâk Psikolojisi ve Sosyal Ahlâk, Yer-Su Yayınları, 1. Baskı: Aralık 2020, s. 44-45.
Sayfa 44 - Yer-Su Yayınları, 1. Baskı: Aralık 2020Kitabı okuyor
·
83 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.