Gönderi

ADNAN MENDERES'İN İDAMI, İSMET İNÖNÜ VE ATSIZ Çok geçmeden Yassıada duruşmaları bitti ve kararlar açıklandı. Demokrat Parti ileri gelenlerinden 15'i idama, pek çoğu çeşitli ağır hapis cezalarına mahkûm edilmiş, az bir bölümü de beraat etmişti. Cezalar, kamuoyunun tahmininden daha ağırdı. İdam cezaları Milli Birlik Komitesi tarafından incelenmiş, bunlardan üçünün infazına, diğerlerinin müebbet hapse çevrilmesine karar verilmişti. Büyük bir gizlilik ve sürat içinde önce Fatin Rüştü Zorlu (eski Dışişleri Bakanı) ile Hasan Polatkan (eski Maliye Bakanı) İmralı adasında asılmışlar, o sırada eski Başbakan Adnan Menderes, fazla miktarda uyku ilâcı almak suretiyle intihara teşebbüs etmişti. Bu teşebbüsün çabuk farkına varılmış ve Menderes'in hayatı (asılarak idam edilmesi için) kurtarılmıştı. Memleket ağır ve kederli bir hava içindeydi. Bazılarına göre, bu intihara teşebbüs hâdisesi, tamamen düzmeceydi. Zorlu ile Polatkan'ın önce idam edilmeleri bir nabız yoklamasıydı. Menderes'in asılması kasten geciktirilmişti. Yurt çapında bir kalkınış ve direnme olursa, büyük olaylar meydana gelirse, Adnan Menderes'in hayat muhafaza edilecek, belki bir rehine olarak kullanılacaktı. Evlerine kapanıp ağlayanlar vardı. Dükkânlarını açmayanlar vardı. Yüreği kanayanlar vardı. Ama ciddî ve elle tutulur bir tepki... İşte o yoktu. Bunun üzerine Adnan Menderes de idam olundu. Gerek Yassıada duruşmalarıyla, gerek infazlar ile ilgili fotoğraflar, o sırada Dolmabahçe Sarayında faaliyet gösteren Yassıada İrtibat Bürosu tarafından basına dağıtılmaktaydı. Adnan Menderes'in idam edildiği gece gazetede nöbetçiydim. Saat 21.00'e doğru Dolmabahçe Sarayından dört fotoğraf getirildi. Kartlar henüz ıslaktı. Resimlerden biri Adnan Menderes'in hekim tarafından muayenesini gösteriyordu. Belden yukarı kısmi çıplak olan eski başbakan zayıf ve perişan bir görünüşteydi. İkinci resimde ise elbiseli ve boyunbağlı, elleri önden kelepçelenmiş olarak bir koltukta oturmaktaydı. Üçüncü resim daha hazindi: Son yolculuğa gidiş. Menderes'e neredeyse ayak bileklerine varan beyaz bir gömlek giydirilmişti. Elleri arkadan kelepçeli, başı önüne eğik, iki yanında iki gardiyan olduğu halde, idam sehpasına doğru yürüyordu. Dördüncüsünde ise, Türkiye'nin on yıl sürekli olarak başbakanlığını yapmış ve bu devre damgasını vurmuş ünlü şahsiyeti darağacında sallanıyordu. Beyaz gömleğin göğüs kısmına idam yaftası iliştirilmişti. Boğazıma bir yumruk tıkanmış gibiydi. Menderes'in şahsına beslenen duyguların da ötesinde bir teessüre kapılmıştım. Türkiye'de siyasî idamlar çığırı yeniden açılıyordu. Bu kapı bir kere aralandı mı, artık ne zaman kapanacağı belli olmazdı. Kaygan ve meyilli bir zemin üzerindeki alabildiğine gidiş, kimbilir daha ne acı âkıbetleri hazırlamaktaydı. Türkiye buna müstahak mıydı? O geceyi gazetede gergin bir bekleyiş içinde geçirdik. İnfaz haberi radyodan kısa bir bildiri ile duyurulmuştu. Anadolu kaynıyor olmalıydı. Pek çok yerde büyük protesto hareketleri patlak verebilirdi. Memleket belki de sonu belirsiz bir kargaşalığın içine sürüklenmek üzereydi. Matemin siyah örtüsüne bürünerek bahta lânet edenler çoktu. Pek çok evden cenaze çıkmış gibiydi. Hattâ, sonradan öğrendiğimize göre, Menderes'in idam haberini duyunca cinnet getirenler bile vardı. Ama, sükûnet bozulmamıştı. Seçimlere ise bir aydan daha kısa bir zaman kalmıştı. Seçim heyecanı, darağacında sallanan üç bahtsız insanın âkıbetinden duyulan kederi yavaş yavaş gölgeleyecekti. Ertesi gün öğle üzeri dolmuşla Üsküdar'dan Kadıköy'e gidiyordum. Haydarpaşa Askerî Hastanesinin önünde Atsız'ı gördüm. Yavaş yavaş yürüyordu. Şoföre durmasını işaret ettim. Arabadan indim. -Hayrola hocam! Bu saatte, burada? - Haydarpaşa Lisesine gelmiştim. Eve gidiyorum. Tren istasyonuna kadar yürüyordum. Ders yılı başına yaklaştığımızı hatırlayarak, hemen hiç müspet ihtimal taşımadığını bile bile, zayıf bir ümitle sordum : - Yeniden öğretmenliğe tayin mi yoksa? - Biraz mahzun ve buruk, biraz da acı bir tebessüm yüzüne yayıldı: - Yok canım! Nerdeee! Hele bu devirde! Maaşımı almaya gelmiştim. - Siz maaşınızı kütüphaneden almıyor musunuz? - Hayır! Benim tayin yerim burası. Kütüphanede «geçici» olarak vazifeliyim. Her ay gelip maaşımı liseden alıyorum. Doğrusu bilmiyordum. Resmî mevzuata yabancı olduğum için bana pek de aykırı gelmişti. Demek dokuz senedir böyle devam ediyordu. (Belki de sonraki sekiz yıl daha, emekliliğine kadar bu durum sürüp gitmiştir). Hele «geçici» olarak Süleymaniye Kütüphanesinde 17 yıl çalışmak gibi bir durum, mantığın hangi köşesinde kendine yer bulabilirdi? Haydarpaşa Garı'na kadar birlikte yürüdük. Söz, dönüp dolaşıp Menderes'in idamına geldi. Atsız, onun devrinde de susturulmuştu. Türkçülüğün açık düşmanı olan Ahmet Emin Yalman'ın tavsiye ve telkinleriyle, milliyetçiliğin gelişmesini önleyen tedbirler alınmıştı. Atsız'ın bu devredeki (1952-1960 arası) belirgin ülkü faaliyeti bir konferans ile ancak birkaç yazıdan ibaretti. Daha fazlasına imkân verilmemişti. Bunları zihnimden geçirerek sordum : - Hocam, Menderes hakkındaki kanaatiniz nedir? Kısa bir tereddüt ânından sonra cevap verdi: - Şüphesiz muvaffak bir devlet adamıydı. İmarcı ve müteşebbisti. Türkiye onun zamanında kalkındı ve ilerlemeğe başladı. Milletin sevgisini kazanmayı da başarmıştı. Hiç hatasız olması mümkün değildi. Ama bu hatalar onun idamına sebep olacak ehemmiyette asla sayılamaz. Yazık oldu! İyi niyetli, vatansever bir memleket evlâdıydı. Cuntanın en büyük hatası zannederim bu olmuştur. Hayatta ve iktidardayken Menderes'i zaman zaman sert şekilde tenkit eden Atsız'dan bu kadar objektif bir hüküm beklemiyor olmalıydım ki, o günkü sözleri hâfızamda yer etmiştir. İnsanlar ve tarihî şahsiyetler hakkında hüküm verirken mümkün olduğu kadar tarafsız davranabilmesi, onun tarihçiliğinden ileri geliyordu sanırım. Bu durumlarda hissî olmaktan uzaklaşıyor, derinliğine bir düşünce tarzını benimseyebiliyordu. İsmet İnönü'ye karşı, çok tabii ki sempati beslemiyordu. Hattâ en amansız muhaliflerinden biriydi. Onu ve arkadaşlarını 1944'lerde zindanlara tıkan, tabutluklarda inleten uygulamanın işareti İnönü'den gelmişti. Cumhurbaşkanlığı sırasında ve muhalefet döneminde de İnönü, milliyetçiliğin karşısında yer almıştı. Bu vasıfları, Atsız'ın, İnönü'den nefret etmesi için pekâlâ yeterliydi. Seçim propagandası için yaptığı gezilerden birinde İnönü'nün, sanırım Uşak'ta çekilmiş bir fotoğrafını gazeteden kesip saklamıştı. Bu fotoğrafta <Paşa>> bir duvara tırmanıyordu. Aşağıdan destek olmuşlar, yukarıdan da el uzatıp onu duvardan aşırmağa çalışıyorlardı. Başındaki fötr şapka kaymış, boynundaki atkısı sarkmış, paltosu yarı omuzuna kadar sıyrılmıştı. Yaşlı ve ciddî bir devlet adamı için gerçekten yakışıksız, hattâ gülünç bir görünümdeydi. Bu fotoğrafı uzun zaman masasının üzerinde muhafaza etmiş, sırası geldikçe ziyaretçilerine göstermişti. - Şu hale bakın, diyordu. Şu hırsa bakın! Allah kimseyi bu hallere düşürmesin! Fakat bir başka münasebetle de İsmet Paşa hakkında şunları söylemişti: - Ne olursa olsun, İsmet Paşa, Türkiye'nin siyasî hayatında belli başlı faktörlerden biri. Ordudan geliyor. Paşadır! Milli Mücadelenin kumandanlarından biri. Üstelik Türk milletinin üçte biri de onun tarafında. Kindardır, haristir, insafsızdır. Evet, bunlar doğru. Ama İsmet Paşa'yı yok farz etmek çok yanlış olur. Daha evvel ve daha sonra pek çok tarihçi tanıdım. Onlarda da aynı objektif değerlendirme hassasını gördüğüm için, Atsız'ın hislerden arınmış bu teşhislerini tarihçiliği ile izah edebiliyorum.
272 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.