Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

72 syf.
·
Puan vermedi
·
5 günde okudu
Kör Yol Bilmez
Sene 2009… Üniversite hayatımın ilk yılları… “Topluma Hizmet Dersi” kapsamında körler okuluna gideceğimiz söylendi. Tam adıyla “Gaziantep GAP Görme Engelliler Ortaokulu”. İlk duyduğum anda gitmek istemedim çünkü dersine gireceğimiz sınıf, görme engellilerden oluşan bir sınıftı. İsteksiz olma sebebim o hüzün dolu duygu dolu atmosferi bünyemin kaldırmayacak olmasıydı. Ama hayat her zaman bize tercih hakkını sunmuyor. İsteksiz de olsam gitmek zorundaydım. Çekine çekine hocamıza derdimi anlattıysam da kabul etmedi. Ayrıca ders filan vermek için değil sadece akşamları çocuklara kitap okumak için gideceğim söylendi. Bu biraz rahatlamamı sağladıysa da henüz korkularımın esaretinden kurtulmuş değildim. Görme engelli kardeşlerimize sevecekleri bir kitap okumak… Düşününce kulağa çok hoş geliyordu. Fakat korkularımın esaretinde de kurtulmak pek mümkün gözükmüyordu. Gitmekten başka çare kalmayınca biraz hazırlık biraz da empati kurmaya başladım. İki gözümü sıkı sıkı kapatıp bir anlığına kör olduğumu düşündüm. Sonuç mu? Karanlık, karanlık ve hep karalık. Tarif edilemeyecek kadar ağır. Bazen bir rengi tarif edemezsiniz ya da bir kelebeği, gökyüzünü, gökkuşağını veya bir acıyı… Bir acıyı tarif edemeyip susarak haykırmanın çaresizliğinin ortaya çıkardığı o karanlık işte… En ufak bir sorun karşısında hayata isyan eden ben; acaba dünyam kararsaydı ne yapardım, diye düşünmeden edemedim. Yarım bir yaşam, karanlık bir dünya, eksik bir insan… Sanırım hayata küser, daha da içime kapanır, kimseyi duymak istemez, karanlık bir dünyanın karanlık bir gölgesinden öteye geçemezdim. Bu duygular ve düşünceler sarmışken her yanımı, zaman gelip çatmış ve kendimi körler okulunda bulmuştum. Dışarıdan bakınca çok güzel bir okul yapmışlardı. Ama güzel olup olmaması buradaki insanlar için çok da bir anlam ifade etmiyordu sanırım. İdare ile görüşüp kısa bir tanışma faslından sonra gireceğim sınıfa doğru yürümeye başladım. Koridorun sonundaki sınıf diye izah ettiler bana. Tenha ve karanlık bir koridorda dizlerimde titreme, yüzümde korku, beynimde henüz tam olarak atamadığım bir kararsızlıkla yürümeye başladım. Uzun mu sürdü bu yolculuğum, sınıf mı uzaktı tam olarak emin değildim. Ama ömrümün en tuhaf yolculuğunu yapıyordum sanki. Nihayet kendimi koridorun sonunda buldum. Koridorun sonundaki sınıf bu olmalı diye geçirdim içimden. Bu olmalı çünkü bundan başka sınıf yoktu. Kapı koluna uzandım. Son bir kez derin bir nefes aldım. Nasıl bir manzara ile karşılaşacağımı tahmin edemiyordum. Korku yerini heyecana bıraktı. “Ya Allah Bismillah” deyip içeri girdim. Karşımda hayata küsmüş insanlarla karşılaşmayı beklerken bilakis hayatla barışık senden benden farkı olmayan insanlar vardı. Gözleri göremeyebilir ama asıl ışık, gözlerinden okuduğum büyük bir umut ve heyecandı. Karşımdaydılar, capcanlı gözlerle bana bakıyorlardı. Çekinirler diye düşünürken ilkin onlar bana “Hoş geldiniz Öğretmenim!” dediler. Konuşmama fırsat vermeden: “Neden bu kadar geç kaldığımı, ne zamandan beri beni bekledikleri söylediler.” Üzerimdeki şaşkınlığı henüz atmış değildim. Sadece dinliyordum çocukları. Hayatımda ilk defa böyle bir olayı yaşadığım için olan biteni anlamaya çalışıyordum sanırım. Kısa bir sohbetten sonra heyecanımı az çok yenmiş şaşkınlığımı atmıştım. Çocuklardan biri: “Hocam, valla çişim geldi, eğer gitmesem altıma edeceğim. İzin verir misiniz?” diye sordu. Şaşırmış bir vaziyette “Tabii ki de” dedim. Ön sırada oturan bir arkadaşı: “Hocam bu arkadaş kördür, yolu bulamaz. Yardımcı olmamı ister misiniz? Biliyorsunuz kör yol bilmez.” diye sordu. Sınıfta bir kahkaha koptu. Ben de istemsiz bir şekilde: “Oğlum arkadaşınla alay etme.” diyeceğim esnada aklıma geldi. Koca sınıfta benim dışımda zaten herkes kördü. Gördüğüm manzara cidden bambaşka bir şeydi… Karşımdaki çocuklar kör olmalarını çok güzel kabullenmiş ve bu halleriyle gayet güzel bir hayat yaşıyorlardı. Sınıf olarak çok güzel gülmeye devam ettik. Gülmeler devam ederken birbiri ardına gelen espriler ile gülmeler devam etti. Sanırım hayatımda en güzel güldüğüm gündü. Güzel gülmenin ayrı mesele olduğunu o gün anladım. En güzel çocuklar güler çünkü yalansız güler onlar. Onların içten gülümsemesini görmek mutluluğun en güzelini yaşatır insana. Bir çocuk gülerse, dünya güler. Benim dünyam o gün bambaşka gülüyordu işte. Gülmeler devam ederken görevimi hatırlayıp çocuklara: “Birlikte kitap okuyalım mı?” dedim. Öğrenciler hep birlikte: “Hocam, bilgisayarda bütün kitapların sesli hali var. Kitap okumak istediğimiz zaman oradan dinliyoruz zaten. Başka bir şey yapalım.” dediler. Öğrenciler söyledikten sonra hatırladım, görme engelliler için özel uygulamalar yapılmış, hemen hemen bütün kitapların sesli halleri sisteme yüklenmişti. Şimdi sınıfta öğrencileri gördükten sonra çok güzel bir uygulama olduğunun farkına vardım. Bende farklı bir fikir olarak: “Arkadaşlar, derste anlamadığınız bir konu varsa size onu anlatayım.” dedim. Öğrenciler de bir konuyu anlamadıklarını belirttiler. Hep birlikte ders işlemeye karar verdik. Büyük bir heyecan içinde dersi anlatmaya hazırlandım. Tam derse başlayacağım anda aklıma tuhaf bir soru takıldı. Dersi anlatırken not tutturacak mıyım? Eğer not tutturmayı düşünüyorsam, bu çocuklar nasıl not tutacaklar? Bu sorular içinde endişeli bir şekilde düşünürken öğrencilerden biri hemen yardımıma koştu: “Hocam defterleri çıkaralım mı?” “Evet” dedim büyük bir sevinçle. “Çıkarın defterleri.” Dedim demesine ama hala aklımda aynı soru: “Yahu neye nasıl yazacak bu çocuklar?” Merak ve endişe içinde beklerken hiç beklemediğim bir şey oldu. Herkes sırasının altından kahve renkli, üzerinde delikler olan, plastik kutuya benzer bir şey çıkardı. Plastik kutunun içini açtılar; kutunun içine beyaz ve kalın bir kâğıt yerleştirdiler. Ellerine yine sıranın altından ucu iğne, sapı ise kahverengi topaç şeklinde bir alet çıkardılar. Aleti avuçlarına yerleştirdiler. Aleti de ilk deliğe koyup beklemeye başladılar. Merak ve şaşkınlık içinde ne yapacaklarını bekliyordum. “Sıfatlar” dedim. Herkes iğneyi plastik kutunun içindeki deliklerden kâğıda batırmaya başladı. Benim ağzımdan kelimeler çıktıkça öyle ciddi ve hızlı deliyorlardı ki kâğıdı, ne anlattığımı bile bilmeden sadece onları izliyordum. İçimden “Bu ne ya?” dedim. “Çocuklara eziyetten başka bir şey değil bu.” Nasıl yazdıklarını görmüştüm fakat nasıl okuduklarını hala merak ediyordum. Bu merak içinde daha fazla bekleme şansım yoktu. Hemen bir öğrenciye yazdırdıklarımı oku dedim. Öğrenci plastik kutuyu açtı. İçinden çıkardığı beyaz kâğıdı, ters çevirip masanın üzerine yerleştirdi. Kâğıdın ters tarafı, iğne batmalarından kabarmıştı. O kabaran yerlerine parmakları sürdü ve okumaya başladı. Tamamen okudu cümlemi. Bir süre öyle durdum, sadece durdum. Anlamaya çalıştım, anlamaya çalıştıkça daha çok anlamsızlaştım. Bütün bu olanlar o zaman aklımla bana eziyet gibi geldi. Bende daha fazla yazdırmak istemedim. Dersi bırakıp öğrencilerle sohbet etmeye başladık. Bazen bazı insanlarla sohbet etmek damakta çok güzel yemek yemiş gibi bir tat bırakır. Öyle güzel bir sohbet oldu ki hayatımın en güzel yemeği gibi damağımda tat kaldı. Okulda günlerimiz, haftalarımız böyle güzel ve mutluluk içinde geçti. Öğrencilerin kör olduklarını bile anlamıyordum. Kendimle kıyaslıyordum ve benden hiçbir farkları yok gibiydi. Gittikleri her yere tek başlarına gidebiliyor, kimsenin yardımına ihtiyaç duymuyorlardı. Normal öğrencilerden daha fazla yaramazlık yapıyorlar. Hatta haylazlıklarından dolayı baya ceza yiyorlardı. Erkek öğrenciler geldiğim günden beri futbol maçı yapmak istetiyorlardı. İlginçtir ki kız öğrenciler de en az erkek öğrenciler kadar futbol maçı yapılmasını istiyorlardı. Ben de en son istediklerini geri çeviremeyip maç yapmayı kabul ettim. Hayatımın en acıklı kararını verdiğimi bilmeden tamam dedim. Maç yaparken o kadar acıyı kalbimin yaşayacağını bilseydim tamam der miydim? Keşke o gün tamam demeseydim. İşte hayat böyledir, bazen hiç düşünmeden, arka planını hesaba katmadan çok rahat verdiğiniz basit bir kararın kalbinize ne kadar yük olacağınızı bilemezsiniz. Bende bilmiyordum işte… Keşke bilseydim… Bir hafta sonra kaliteli bir futbol topu alıp erkenden okula gittim. Önceden erken geleceğimi söylediğim için bütün sınıf heyecanlı bir şekilde kapıda beni bekliyordu. Kendi aralarında takımlar kurulmuştu bile. Maçı yapacağımız futbol sahasına gittik. Gittiğimiz ilk anda kalbime ilk bıçak saplanmış oldu. Kız öğrenciler maçı izlemek ve tezahürat yapmak için tribünlerde yerlerini almışlardı. Büyük bir heyecan ve mutluluk içinde tezahürat yapıyorlardı. Fakat daha ilk bakışta hiçbir şey görmediklerini anlıyordunuz. Hali hazırda kızlar zaten yanlış tarafa bakıyorlardı. Bu şekilde daha maça başlamadan kalbim ilk darbeyi yemiş oldu. O an kalbimin yediği en hafif darbe olduğunun farkında bile değildim. Çok vakit kaybetmeden maça başladık. Öğrencilerin hepsinin kör olduğunu kahrolası o maçta iyice anladım işte. Karşımdaki öğrenciler kördü ve hiçbir şey görmüyorlardı. Her şeylerinin normal olduğuna o kadar çok alışmıştım ki. Maçında çok normal geçeceğini sanıyordum. Fakat öyle olmadı. Çünkü kimse kahrolası topun nereye gittiğini görmüyordu. Herkes sadece koşuyordu. Top benim ayağıma geliyordu. Bana doğru gelen kimse olmuyordu. O an fark ettim. Aslında top ayağımdayken gol diye bağırsam, bizim takım gol diye sevinecek. Rakip takım gol yedik diye üzülecek. Kızlar tribünlerde gol diye sevinç çığlıkları atacak. Evet herkes kördü… İstemsiz bir eylemle gözlerimden yaşlar süzüldü. Topa hafifçe vurup ben de onlar gibi sadece bağıra bağıra koşmaya başladım. Kalbim yara almaya devam ediyordu. Top öğrencilerden birine doğru geliyordu. Öğrenci topun kendisine doğru geldiğini fark etti. Topa vurmak için sol tarafına hamle yaptı. Oysa top sağ tarafından geçip gitti. Ayağı boş yere havaya kalkınca yere yuvarlandı. Hemen kafasını bir sağa bir sola çevirip topu aradı. Oysa top çok uzağındaydı. Gözlerimdeki yaşlara engel olamadım. Kalbim bir kez daha paramparça oldu. Kalbim parçalanmaya devam ediyordu. Öğrencilerden başka biri topa çok sert bir şekilde vurdu. Top ilerideki ağaçların arasına gitti. Kaleci hemen fırladı topu almak için. Fakat kaleci de kördü ve topun nereye gittiğini görmüyordu. Topun gittiği tarafa değil tam ters tarafa gitti. Elleriyle dokunup her yere top var mı diye bakıyordu. Bende arkasından onu izliyordum. O an anladım zaten o topu bulamayacaktı. Bekledim belki bulur diye ama yok, bulamadı. Gözerimden yaşlar istemsiz şekilde süzülme değil boşalmaya başladı bu sefer. Hem de şiddetli bir şekilde. Gidip topu kendim alıp önüne doğru attım. Benim attığımı fark etmedi bile. Elleriyle başını kaşıdı geri dönüp sahaya geldi. O lanet maç bitti. O günden sonra bir daha o okula gitmedim. Gidemedim. Hiçbir vakitte kalbim eskisi gibi yarasız olmadı. Her zaman karanlık ve kalbimi yaralayan o dünya yanı başımda durdu. Bazen kör bir çocuğun elleriyle topu çaresizce araması kurşundan daha ağır bir yük olur. Köpükten gövdenize kurşundan ağır bir yük yüklenir. Kalbiniz kaldıramaz o yükü ve gidemezseniz işte… Bende gidemedim… “Louis Braille” Paris’in bir köyünde doğan eğitimci biri. 6 yaşında gözüne iğne batmasını sonucu tamamen kör olmuş. Ömrü boyunca hep yazı yazmanın ve kitap okumanın özlemini çekmiş. Bu eksiğin ortadan kalkması için “Braille Alfabesi”ni icat ederek görme engelli kişilerin okumasını sağlamış. “Louis Braille (Görmezlerin Kitap Okumasını Sağlayan Çocuk)” adlı kitapta kendisi gibi görme engellilerin yazı yazıp ve kitap okumasının yolunu nasıl bulduğunu okuyorsunuz. Kitabı okuduktan sonra o gün çocuklara o yazıyı yazdırmadığım için çok pişman oldum. “Louis Braille” yazı yazmayı ve kitap okumayı o kadar çok özlemiş ki daha ortaokul öğrencisi iken çabalayıp ve başararak kabartma alfabesini icat etmiş. Louis Braille’nin hayatını okuduktan sonra kitap okumanın ve yazı yazmanın Allah’ın bize sunduğu en büyük nimetlerden biri olduğunun idrakine vardım. Hayatta genel olarak bir şeyin değerini onu kaybettikten sonra anlarız. Elimizdeki büyük nimetlere ne kadar da kör oluyoruz. Kitabı okuduktan sonra anladım ki o iğne ve o plastik çocukların için hayatın en büyük nimetlerinden biri. Benim eziyet dediğim şey onlar için nimetti aslında. Hayatımızdaki nimetlerin şükrüne varmak dileğiyle. Ardından onu güzel bir insan şeklinde düzenleyip ona rûhundan üfledi. Böylece size kulaklar, gözler ve kalpler bahşetti. Ne kadar da az şükrediyorsunuz! (Secde-9. Ayet)
Louis Braille
Louis BrailleMargaret Davidson · Can Çocuk Yayınları · 2009285 okunma
··
537 görüntüleme
Muzaffer Akar okurunun profil resmi
Bu öykü ve inceleme için çok teşekkür ederim. Herkes bir şeyler yaşıyor ya yaşadığını böyle anlatabilen az, yaz hocam kalemine bereket.
Hüseyin DEMİR okurunun profil resmi
Ben teşekkür ederim Abi. Zor olsa ara ara yazmaya çalışıyorum...
Ebru Ince okurunun profil resmi
Bir çoğumuzun belkide hiç bir zaman yaşamadığı ve belkide hiç bir zaman yasayamayacagi bir deneyim. .bizlerle paylaştığınız ve farkindalik sağladığıniz için teşekkürler. .
Hüseyin DEMİR okurunun profil resmi
Vakit ayırıp okuduğunuz için ben teşekkür ederim...
Sabriye Yabancı okurunun profil resmi
Farkındalık oluşturacak güzel bir inceleme olmuş hocam sağolun.Benim de görme engelli bir öğrencim oldu ve ondan çok şey öğrendim.Her şeye rağmen inanç ve kendine güven duyan katakteriyle sınıfın en başarılısıydı.Arkadaşları görünürde engelli değildi ama onun gibi kendilerine güven duymuyorlardı ve hedefleri yoktu ,önemli olanın yüreklerde engel olmaması gerektiğini yaşantısıyla gösterdi ve onlara da olumlu bir örnek oldu.Yazdıklarınızla altı yıl önceki günlere gittim sayenizde teşekkür ederim.
Hüseyin DEMİR okurunun profil resmi
Asıl ben teşekkür ederim...
Bu yorum görüntülenemiyor
Firuğze okurunun profil resmi
Bir inceleme bu kadar etkileyici olabilirdi..
Hüseyin DEMİR okurunun profil resmi
Değerli beğeniniz için teşekkür ederim...
Ekrem Özkara okurunun profil resmi
Kitabı okumaya gerek bırakmayacak bir inceleme olmuş..Elinize sağlık.Duygulanmamak elde değil,insanoğlu elindeki bazı şeylerin değerini bu vesileyle daha iyi anlar herhalde.
Hüseyin DEMİR okurunun profil resmi
Çok fazla da elimizdeki şeylerin kıymetini anlayacağımzı düşünmüyorum...
Aslıhan Alpaslan okurunun profil resmi
Hüseyin Bey bizi bizden aldınız, yaşadıklarınız ve anlattıklarınız birer gerçek, gerçekler sevinçte verebilir, hüzünde siz bize iki duyguyu birden yaşattınız. Yüreğinize sağlık.
Hüseyin DEMİR okurunun profil resmi
Ben de o zamanlar ikisini bir arada yaşıyordum.... :( :)
Ayşenur Araz okurunun profil resmi
Çok güzel olmuş.Duygularınızı açıkça belirtmişsiniz.Zaten sizden de böyle güzel incelemeler beklenir hocam:)
Hüseyin DEMİR okurunun profil resmi
Teşekkür ederim Ayşecim...
ELİF BÜŞRA BALTACI okurunun profil resmi
Ömrü hayatımda böyle öz bir anlatım görmedim .Ve kendi cümlelerinizle anlatmışsınız.HOCAM SİZİ TEBRİK EDİYORUM :):):)
31 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.