Gönderi

okumayabilirsin çook uzun çünkü
-"Hayır! Hayır! Yapmayın! Ben bir Nemçe casusuyum. Hayır! Yaklaştırmayın o kıskacı. Anlatacağım! Önce dinleyin!" Ebrehe: - "Daha ne söyleyeceksin? Her şey açık." Tutuklu: - "Dediğim gibi, ben bir Nemçe casusuyum. Her şeyin çok kolay olacağını söylemişlerdi bana. Dediklerine göre krallar gibi karşılanacaktım". - "Bunları sana kimler söyledi?" - "Nemçe istihbarat teşkilatındakiler". - "Devam et". "Çılgınca bir tasarıları vardı. Yıllardır, on yıllardır üzerinde çalıştıkları bir tasarı. Beç kalesinin kuşatılmasından sonra neredeyse tam bir asır çalıştılar bu tasarı üzerinde". -"Hangi şeyden bahsediyorsun sen?" - -"Her şey on yıllar önce başladı. Ülkemde, eşkalleri Mehdi'ninkine uyan kadınlı erkekli kırk elli kişi seçildi ve bunlar bir manastira kapatıldılar". - "Sonra neler oldu?" - "Bu kadınlar ve erkekler orada çiftleştirildiler". - "Neler söylüyorsun? Peki amaç neydi?" - "Bu insanların, doğan, büyüyen ve ergenlik çağına basan çocukları içinde eşkalleri Mehdi'ye en uygun olanlar seçildi. Bunlardan ikisi benim annem ve babamdı. Çocukların bu manastır dışına çıkmaları yasaktı. İlk nesilden kim varsa, manastırdaki sırrın selameti için öldürüldü. İkinci nesildekiler Mehdi'ye öncekilerden daha fazla benziyorlardı. Onlar da yine aynı şekilde çiftleştirildiler ve benim de aralarında bulunduğum üçüncü nesil doğdu. Mehdi'nin sırtında taşıdığı söylenen nişan ise sadece beşimizde vardı. Diğerlerinin akıbetlerini bilmiyorum. Babamı hiç görmedim. Ama annemi bir kez, üç yaşındayken gördüm ve o günden beri yüzünü asla unutmadım. Manastırda beşimiz bir koğuşta kalıyorduk. Adımız yoktu ve bizi numaralarla çağırıyorlardı. Bu yüzden yedi yaşıma gelince kendime Franz adını vermiştim. Anadilimizi bilmiyorduk. Zaten manastırda, sizin konuştuğunuz dil dışında başka bir dilden konuşmak yasaktı. Dayakla terbiye ediliyor, dininizi, geleneklerinizi ve âdetlerinizi öğreniyorduk. Kardeşlerimden ikisi bu yüzden içlerine kapandı. Kollarını vücutlarına sımsıkı sarıp gün boyunca öne geriye sallanıyorlar, artık en basit ihtiyaçlarını bile gideremiyorlardı. Üç kişi kalmıştık. Biri veremden öldü. İkincisi on altı yaşında aklını kaçırdı ve sonunda bir tek ben kaldım". Adamın sözlerini sabırla dinleyen Ebrehe nihayet dayana mayıp bağırdı: - "Yalan söylüyorsun! Kehanet Aynası yıllardır bende. Ve onda okuduğum kehanetlerin hepsi birer birer çıktı. Bunlardan biri de senin geleceğini bildiriyordu". Adam: - "Kehanet Aynası bambaşka bir hikâye. İstihbarat teşkilatı yarım asır önce Avrupa'nın en usta saatçisini Beç kentine çağırdı ve ondan bir düzenek yapmasını istedi. Saatçi böylece, senin Kehanet Aynası dediğin şeyi yaptı. Bu ayna, bir kaç aynı düzenekten meydana geliyordu. Bunlardan ilki, bir zamanlama düzeneğiydi ve ayna, padişahınıza sözümona bir derviş tarafından hediye edildikten tam kırk yıl sonra bu zamanlama düzeneğiyle çalışmaya başlayacak ve güya Kıyametin geleceğini haber verecekti. Yirmi altı yaşıma basıp teşkilatta yüzbaşılığa terfi ettiğim gün Beç Tımarhanesi'ne giderek, bu muazzam aynayı yaptıktan bir yıl sonra çıldıran saatçiyi ziyaret etmiştim. "Tasarıyı" bana anlattıkları güne kadar, altı ay boyunca kurulmadan çalışan saatler yapılabildiğini biliyordum. Ama bu saatçinin, on yıllar boyunca kurulmadan çalışacak olan bir düzeneği gerçekleştirdiğini duyunca önceleri buna inanamadım. Bu yüzden bana, sizlerin Kehanet Aynası dediğiniz şeyin çizimlerini gösterdiler. Hatırlayabildiğim kadarıyla, ayna hediye edildikten kırk yıl sonra ilk düzenek bir ikinci düzeneği harekete geçiriyor, bu arada saatin içindeki metal tokmaklar çeşitli büyüklükteki çanlara vurup, tıpkı müzik kutularında olduğu gibi kasvetli bir nağme çalıyorlardı. Kırk yıl boyunca bir köşede duran bu aynadan birtakım tuhaf seslerin gelmesinin yaratacağı etkiyi varın hesap edin". - "Peki söylediğin doğruysa, aynanın yüzeyindeki kum taneleri hiçbir etki olmadan hareket edip nasıl olur de kehanet yazılarını meydana getirebilirler?" -"Anlatacağım. Senin kum tanesi dediğin şeyler aslında beyaz boya kaplı demir tozlarıdır. Aynanın tam altında ise, tıpkı bir kafesi andıran, ama birbirleriyle irtibatsız, küçük demir çubuklar vardır. Öyle ki, sadece bu kafes sistemindeki belli çubukları seçerek istediğin yazıyı yazabilirsin. Üçüncü bir düzenek, bu çubukların bazılarını ana mıknatısa bağlar bağlamaz demir tozları onlara yapışır. Böylece senin kehanet dediğin yazılardan biri ortaya çıkar. Bu yazılardan her biri tam bir yıl boyunca aynada görülür". - "Anlattıkların, yazıların nasıl değiştiğini açıklamıyor. Kehanetlerden biri nasıl siliniyor öyleyse? Çünkü yazıların birdenbire silinip aynada başka bir kehanetin belirdiğini gözlerimle gördüm". - "Ne demek istediğini anladım. Bir yıl sonra kafes sisteminde, yeni yazıyı oluşturacak çubuklar mıknatıslanır. Ama bu arada, demir tozunun bir kısmı, artık mıknatisiyeti olmamasına rağmen eski çubukların üzerinde kalır. Saatçi bu durumu da düşünmüş: Aynayı sırasıyla enine ve boyuna süpüren ve mıknatısiyetleri daha az olan iki demir çubuk dördüncü bir düzenek sayesinde harekete geçerek bu kum tanelerini, mıknatısiyeti daha fazla olduğu için onların yapışacağı yeni çubuklara doğru sürükler. Bu arada her yazı değişimi esnasında düzeneğin tokmakları çarka vurarak kasvetli melodiyi çalarlar". - "Peki, bu aynada beliren kehanetlerin bir bir gerçekleşmesine ne diyeceksin?" - "Söylediklerimin doğru olduğuna inan. Sözünü ettiğim bu düzenek, padişahınıza derviş kılığındaki bir casus tarafından Kehanet Aynası adı altında verildiğinde, onun kırk yıl sonra çalışmaya başlayacağıda biliniyordu. Hatta ne zaman, neyin, nasıl yapılacağı konusunda bir takvim bile hazırlanmıştı. Aynanın hediye edilmesinden kırk yıl sonra, yani bugünden altı yıl önce ilk kehanet belirdiği zaman adamlarımız Galata'nın arka tarafında dört fıçı dolusu kırmızı tozu yakacaklardı. Takvimde bunun yılı, günü, hatta saati bile yazılıydı. Her şey o kadar kesin ve dakikti ki, kırk yılın geçmesini sabırla bekleyen teşkilatımız sonunda harekete geçti ve kehanetlerin hepsinin sözümona gerçekleşmesini sağladı. Ertesi yılki kehanet "Nemçe veliahdının öldürüleceği" idi. Elbette, aslında çocuk öldürülmedi, sadece göstermelik bir cenaze töreni düzenlendi. Diğer kehanetler de aynı şekilde gerçekleştirildi: Adamlarımız Anadolu'da isyan çıkarmayı başardı, Lehler'le yaptığımız bir savaşta mümkün olduğu kadar az bir kayıpla yenilip verimsiz toprakların bir bölümünü onlara bıraktık ve Tebriz'de yangın çıkardık. Bütün bunlar sizin, sonuncu kehanete, yani Mehdi'nin geleceğine inanmanız içindi. Kehanetlerin hepsi doğru çıktığına göre buna da inanmanız gerekiyordu. Buna göre, müminlerin kurtarıcısı olan Mehdi'yi hevesle ve umutla karşılamanız bekleniyordu. "Tasarı"nın tek amacı da buydu: Padişahınızın, batı kapısından kente girecek olan Mehdi'nin elini öpüp tahtını ona bırakması ve aslında bir Nemçe casusu olan bu kurtarıcının ülkenizi yönetmesi.
Sayfa 206Kitabı okudu
·
165 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.