Gönderi

Arkadaşı ellilik, koca göbekli bir adamdı. Babayani giyinmişti, onun da kravatında iri taşlı bir iğne vardı. Saçları dökülmüştü, başı dazlaktı, sarkık derili, çiçekbozuğu sarhoş yüzünde bir düğmeyi andıran küçücük burnuna gözlük oturtulmuştu. Hırçın, şehvetli bir yüzü vardı. Yağ tabakası içinde birer noktacık kadar kalmış haşin, çirkin gözleri şüpheyle bakıyordu. Anladığıma göre, ikisi de Masloboyev’i tanıyordu. Ama şişko karşılaşır karşılaşmaz suratını ekşitti. Delikanlı yılışık yılışık sırıttı, hatta kasketini –şapka değil, kasket giyiyordu– bile çıkardı... — Özür dilerim Filip Filipiç; diye mırıldandı. — Hayrola? — Kusurumuz var... biraz şey olduk... (Yakasına bir fiske vurdu.[33]) Mitroşka da burada... Namussuzun biri o Filip Filipiç. — Ne demek istiyorsun? — Öyle ya... (Başıyla arkadaşını gösterdi.) Mitroşka’nın yüzünden geçen hafta adı gerekmeyen bir yerde bunun suratına yoğurt çalmışlar. Hi, hi, hi... Arkadaşı öfkeyle dirsek vurdu. — Bizimle Düso’da[34] beş altı şişecik içemez misiniz Filip Filipiç? — Yok anam babam, şimdilik olmaz, işim var. — Benim de sizden bir dileğim vardı... Arkadaşı onu bir daha dirsekledi: — Sonra, sonra! Masloboyev’de onların yüzüne bakmak istemiyormuş gibi bir hal vardı. Ama bir duvardan öbürüne uzanan ve çeşitli mezelerle börekler, renk renk içki şişeleriyle donatılmış tezgâhın bulunduğu ilk salona girdiğimiz zaman, Masloboyev beni bir yana çekip: — Delikanlı, ölen meşhur zahireci Sizobrühov’un oğludur, dedi. Babasından kalan yarım milyonu yiyip tüketmeye çalışıyor. Paris’e gitmiş, orada yediği paranın haddi hesabı yok, belki hepsini üfürmüştür. Ama bu sefer de amcasından bir mirasa konmuş. Paris’ten döndükten sonra, geriye kalanın dibine darı ekmeye uğraşıyor. Bir yıl sonra avuç açıp dilenecek, farkında değil. Kaz kafalı herif, hep birinci sınıf lokantalarda, bodrum meyhanelerinde, aktrislerle; geçenlerde dilekçe vermiş, süvari askeri olmak istiyormuş. Yaşlı olanın adı Arhipov, o da tüccar mı, bir yerde kâhya mı ne. Bir aralık çiftçilikle uğraşmış düzenbazın biri, şimdilik Sizobrühov’a arkadaşlık ediyor; hem Yahuda, hem Falstaff’tır. İki kere iflas etmiş, iğrenç derecede şehvet düşkünü bir adam, kendine göre birtakım sapıklıkları var. Böyle bir işten dolayı ceza mahkemesine düştüğünü duydum, ama sonunda paçayı kurtarmış... Onu burada gördüğüme bir bakımdan memnunum. Bekliyordum zaten... Arhipov, Sizobrühov’u yoluyor tabii, birtakım gizli köşe bucakların ustası olduğu için, böyle toy delikanlılar onu el üstünde tutar. Çoktandır diş biliyordum bu herife. Mitroşka da onlardan aşağı kalmaz, hani şu pencerenin önünde duran çingene suratlı delikanlı, sırtında şatafatlı bir hırka var. At cambazıdır, buranın bütün süvarileri tanır onu. Onun gibi hilebaz herif ömrümde görmedim. Gözünün önünde kalp parayı basar, sen de bunu bile bile alır bozarsın. Sırtındaki hırka kadife ama, köylü kılığı... Tıpkı Slav milliyetçilerine benziyor![35] Yakışıyor da kerataya. Bir de ona şöyle muhteşem bir frak filan giydir, İngiliz Kulübü’ne ünlü Kont Barabanov diye takdim et, oradakilere bir iki saat içinde kontluğunu kabul ettirmezse adımı inkâr ederim. Whist oynar, kontlar gibi laf eder, kafeslemediği insan bırakmaz. Sonu kötü bu herifin. Şişkoyla kanlı bıçaklı. Bu aralık işleri iyi gitmiyor, üstelik şişko, Mitroşka’nın yolduğu Sizobrühov’u elinden aldı. Şimdi burada karşılaşmalarında mutlaka bir iş var. Hatta ne olduğunu da tahmin ediyorum. Bana, Arhipov’la Sizobrühov’un buraya gelip bu civarda bulanık bir iş peşinde dolaştıklarını ihbar eden Mitroşka’dan başkası değil. Ben de Mitroşka’nın Arhipov’a karşı kininden faydalanmak istiyorum; benim de kendime göre hesaplarım var. Zaten buraya aşağı yukarı bu yüzden geldim ama, Mitroşka’ya belli etmek istemiyorum. Sen de pek bakma ona. Buradan çıkarken nasıl olsa o yanımıza gelip ağzından baklayı çıkarır. Hadi öbür odaya geçelim Vanya. Garsona dönerek: — Ne istediğimi biliyorsun, değil mi Stepan? dedi. — Evet efendim. — Uygun olsun ha! — Baş üstüne efendim. — Hadi bakalım. Otur Vanya. Bana neden öyle bakıyorsun? Gözlerini benden ayırmadığının farkındayım. Şaşıyor musun? Şaşma, insanın başına neler gelmez. Rüyasında görmediği şeyler. Nerede... nerede o seninle Cornelius Nepos’u ezberlediğimiz günler. Yalnız bir şeye inan Vanya. Masloboyev yolunu sapıttı ama, içi gene eskisi gibi, değişen sadece halleri! Yüzüm kara da olsa herkesinkinden daha kara değil. Doktor olacaktım, edebiyat öğretmenliğine hazırlandım, hatta Gogol konusunda bir makale de yazdım. Altın arayıcılığına kalkıştım, evlenmek istedim, dört başı mamur mutluluğu kim istemez! O da razı oldu, oysa evim tamtakırdı. Düğünün şerefine birinden sağlam bir çift kundura ödünç almak üzereydim. Çünkü bir buçuk yıldır delik deşik bir pabuçla geziyordum. Sonunda evlenemedim. O bir öğretmene vardı, ben de bir büroya, hani öyle ahım şahım bir ticari kuruma falan değil, ufak yazıhanenin birine kâtip girdim. Bu sefer işin şekli değişti. Yıllar geçti, memuriyetten ayrıldım ama, rahat rahat para kazanıyorum. Hem rüşvet yiyor hem hak yolundan ayrılmıyorum. Kuzulara karşı kurt, kurtlara karşı kuzuyum. Kendime göre ilkelerim var: Bir kişinin orduyla baş edemeyeceğini bilir, işimi ona göre tutarım. İşlerimin çoğu da özel, gizli şeyler... anlıyor musun? — Dedektif misin yoksa? — Tam öyle değilim ama bazen resmi işlerle de uğraştığım olur, bazen gönüllü olarak çalışırım. Bir de votka içerim, Vanya. Ama ne kadar içsem aklım meyhanede değildir; bu yüzden de yarınımı biliyorum. Zamanım geçti. Arabı istediğin kadar yusan da ak olur mu? Yalnız şunu söyleyeceğim: İçimdeki insan taraf körlenmiş olsaydı bugün karşına çıkmazdım Vanya. Doğru söyledin demin. Sana daha önceden de rastladım, birkaç kere konuşmak istedim ama, cesaret edemedim, geriye attım hep. Denk değiliz. Şimdi de sarhoş olduğum için yaklaştım, dediğin doğru Vanya. Ama bırakalım bu saçmalıkları. En iyisi senden söz açalım. Okudum hayatım, okudum, ben de okudum. Senin ilk ürününden söz ediyorum. Okuyunca az kala adam oluyordum. Az kala. Sonra düşündüm taşındım, namussuz kalmayı tercih ettim. Böyle işte...
·
348 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.