Değillenmeyen (verneint) her ifade bir doğrulama olarak kabul edilir; yıkmayan her el bir onaylama olarak yorumlanır. Ruhlarında özgür olan yalnızlar bilirler – kendilerine
hep şu veya bu şey içinde, kendilerinin düşünüş tarzından farklı olan bir görünüm vermek
zorundadırlar; “gerçek”ten ve dürüstlükten başka bir şey istememelerine rağmen, bir yanlış anlamalar
ağına bulaşırlar. Ve güçlü arzularına rağmen, yaptıkları her şeyin üzerine, bir sahte fikirler, kolaya
kaçma, yarı yolda verilen ödünler, göz yuman sessizlik ve yanlış yorumlamalar sisinin çökmesini
engelleyemezler. Böylece onların tepelerinin etrafında melankoli bulutları kümelenir, çünkü böyle tipler görünüm zorunluluğundan, ölümden nefret ettiklerinden daha çok nefret ederler ve onların bu
konudaki inatçı keskinliği onları değişken ve tehlikeli hale getirir. Zaman zaman, ıstıraplı bir şekilde
kendilerini –saklamalarının, kendilerine dayattıkları kısıtlamanın intikamını alırlar. Gizlendikleri
mağaralarından yüzlerinde korkunç bir ifadeyle çıkarlar; böyle zamanlarda onların sözleri ve
eylemleri patlamalara dönüşür ve kendilerini yok etmeleri bile mümkündür. Schopenhauer böylesine
tehlikeli bir biçimde yaşadı. Sevgi isteyen, onlarla birlikte olduklarında en az tek başına oldukları
zamanlardaki kadar açık ve dolaysız olabilecekleri dostlara, varlıklarıyla sessizlik ve benzemezlik
havasından iz bırakmayacak türden dostlara ihtiyacı olanlar tam da böyle münzevi insanlardır. Onları
bu dostlardan koparın, giderek büyüyen bir tehlike yaratmış olacaksınız; Heinrich von Kleist’ı yok
eden şey bu sevgisizlikti ve sıradışı insanların en ürkütücü panzehiri, onları, tekrar dışarı
çıktıklarında volkanik bir patlamaya yol açacak kadar kendi içlerine doğru sürmektir. Ama işte yine
burada, böyle korkunç koşullar altında yaşayabilen, üstelik de bir galip olarak yaşayabilen bir yarı
tanrı karşımıza çıkmaktadır. Ve eğer onun münzevi şarkılarını duymak isterseniz, Beethoven’ın
müziğine kulak verin.