Gönderi

ACIMA VE SEVGİ Sabahattin Ali ezilen, aşağılanan, aldatılan, yoksul, arkasız, umarsız, işsiz insanları sevdiği kadar acır da onlara. Fakat sevgisini olduğu gibi acımasını da pek açığa vurmaz. Daha doğrusu, çok az açığa vurur. Söz gelimi, "lsıtmak İçin" hikâyesinde, çamaşırcı kadının çocuğunun açlık ve soğuktan öldüğünü duyunca sarsılır. Suçlu ve sorumlu duyar kendini: "Deli gibi olmuştum. Kafamın içi uğultular, zonklamalarla doluydu. Yatağın bir kenarına yığılmış duran yorganı çekerek orada yatan çocuğu kucağına almak ve öpmek; önümde dizleri üzerinde sallanan kadının boynuna sarılarak beraber ağlamak istiyordum. Sonra aklımı başıma toplamaya çalıştım. Boğazımda düğümlenen bir sesle: 'Sen burada bekle, ben lazım gelenlere haber verir ve yine gelirim! ‘dedim. Evden dışarı fırladım. Biraz daha yükselen ayın yarı aydınlattığı sokaklarda bütün kuvvetimle koşuyordum. Gözlerimden süzülen yaşlar rüzgarın yüzüme savurduğu tozlara karışarak çamur oluyor ve yanaklarımda donuyordu. Ben, içimde dayanılmaz bir acı ile önüme çıkacak bütün insanları yakalarından tutup oraya götürmek arzusuyla, artık uyumaya hazırlanan şehrin ortasına doğru koşuyordum." ( Yeni Dünya, "lsıtmak İçin") Bu koşmanın sebebini hikâyenin bir başka parçasında şöyle açıklar: "Bütün gece kafam böyle şeylerle uğraştı. Kadından ve çocuğundan ziyade kendi zavallılığımla meşguldüm. Aylardan beri içinde boğulduğum rahat ve alakasızlık bir anda süpürülüp gitmişti. Bütün insanlar gibi, ıstıraba karşı zayıf olan bir insandım; merhamet, aciz ve korkudan mürekkep bir insan... " ''Merhamet ve ıstıraba karşı zayıflık" Sabahattin Ali'nin sanatının temel taşlarından biridir. Ne var ki, önceki bölümlerde de değindiğim üzere, yazar bu acıma duygusunu genellikle gizler. Bunun için, kişilerinin iç sızlatıcı yaşantılarını yansıtırken, nesnel sayılacak bir anlatıma başvurur. Onları çoğunlukla çıplak, yoğun, soğukkanlı görünen bir üslupla sergiler. Bu tutum, sözü edilen kişilere karşı bir acıma ve sevgi doğurur içimizde. Bu acıma ve sevgi, aslında, acımasız ve sevgisiz bir toplumun ürünüdür. İşte, yazarın amacı da bu önemli gerçeğin okurlarca sezilmesidir. Hakçasını söylemek gerekirse, Sabahattin Ali çoğunlukla varır amacına. "Ayran", "Apartman", "Kanal", "Kağnı", "Firar", "Kamyon", "Sulfata", "Böbrek", "Isıtmak İçin", "Jandarma Bekir" bunun önde gelen tanıklarıdır. Gelgelelim, Sabahattin Ali yetinmez bununla. Şefkatli, yardımsever, iyi kalpli kişileri alttan alta da olsa sevgiyle canlandırır. Böylece, onlardan yana olduğunu dolaylı biçimde belirtmek ister. "Mehtaplı Bir Gece" bu isteğin ilginç bir örneğidir. Önce de değinildiği üzere, hikâyenin ikinci kahramanı çirkin ve düşkün bir kadındır. Bir orospudur. Sokakta rastladığı aç ve hasta bir işçiyi evine taşır. Karşılığında hiçbir şey beklemeden ona bakar: "Genç adam, başının üst tarafında bir insan kalbinin hızla çarptığını duydu. Gözlerini büsbütün açarak yukarıya baktı. Kadının esmer, yağlı ve çiçek bozuğu yüzü ona öpülecek kadar güzel geldi. Bu yüzde, şimdiye kadar hiçbir insanda rastlamadığı bir alakanın ifadesi vardı. Hiç tanımadığı, ne olduğunu, kim olduğunu bilmediği bir insanın üzerine eğilerek böyle perişan, böyle acı gözyaşları dökebilen bu kadın ona harikulade bir mahluk gibi görünüyordu." (Kağnı, "Meptaplı Bir Gece") Bu görüşün altında yazarın öteden beri savunduğu "insancılözgeci" mutluluk duygusunun ve yardımlaşma özleminin de yattığını söylemek uygun olur. Nitekim, Sabahattin Ali 28 Şubat 1935'te Aliye Hanıma gönderdiği bir mektupta bencilliğe ve kötülüğe karşı bu duygu ve özlemi dile getirir: "Dünyadaki bütün felaketlerin, uygunsuzlukların, bayağılıkların sebebi işte bu her şeyden evvel kendini düşünmek illetidir. İlk bakışta insana kurnazlık ve akıllılık gibi görünen bu hal hakikatte aptallıktır. Çünkü dünyada bir insanın başka bir insanın yardımı ve alakasına muhtaç olmadan yaşaması mümkün olamayacağına, hatta en kötü hayvanlarda bile birbirine yardım hissi mevcut bulunduğuna göre, sadece kendini düşünmek ve başkalarının da böyle yapmasını istemek kendi kendisinin kuyusunu kazmaktır. İnsan başkalarına yardım ettiği, başkalarını sevdiği kadar yükselir. Dünyada hayatın tek bir manası varsa o da sevmektir. Hatta mukabele edilmesini bile beklemeden sadece sevmek. Başka bir insanı bahtiyar edebilmek, kendini bahtiyar edebilmekten daha güç fakat daha insancadır. (... ) Hayatta en büyük vazife ve saadet olarak şunu almak lazımdır: Bize yakın ve uzak bütün insanlara yardım, bütün insanların iyiliğine çalışmak... "
·
154 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.