Yaprak Fırtınası, büyük bir muz şirketinin sömürüsünden sonra yıkıntıya dönen, fırtınadan sağ çıkmayı başaramayan Macondo kasabasında geçen bir hikaye. Tüm kasaba halkının nefretini kazanmış, gömülme hakkının bile çok görüldüğü eski bir doktorun tabutunun başında bekleriz tüm kitap boyunca. Verdiği sözü tutup doktoru gömmeye çalışan yaşlı bir albay, onun kızı ve torunu olmak üzere üç ayrı bakış açısından, geçmişe gidiş dönüşlerle anlatılan bir hikaye okuruz.
Tüm kitap boyunca, doktor ve kasabanın rahibi Köpoğlu arasında bir benzetme yaparak, aralarındaki ilişki ve doktorun esrarlı varoluşu üzerinden bir merak duygusu yaratır Marquez. Sonunda tüm soruların cevabını bulma umuduyla kitabı içerek okuruz. Ama yazar bizi başında beklettiği tabutun çivilerini çakar, tüm o gizemin üstünü örtüp bizi cevapsız sorularla baş başa bırakır. Kuşku yok, Marquez bu hikayeyi ustaca, yalın ve sarsıcı biçimde kaleme almıştır. Ama çok beklenen hakikate dair sadece sezdirmelerle sınırlı kalması, kitabı bitiren kişide bir yarım kalmışlık hissi uyandırır.
Arka kapakta hikayenin Sophokles’in ölümsüz tragedyası
Persler - Antigone’yle bağı kurulur. Bu ölümsüz tragedyada kral Kreon, savaşta birbirlerini öldüren iki kardeşten yalnız birini gömüp, diğerini aşağılamak için gömütsüz bırakır. Kızkardeş Antigone, kitaptaki yaşlı albay gibi, herkesi karşısına alarak ölüsünü gömmeye çalışan bir direnişçi gibi resmedilir.
Öte yandan, birbirini öldüren kardeşler, bizi kitaptaki Köpoğlu ve Doktor arasındaki gizeme yaklaştırır. Biri tıpkı Köpoğlu gibi törenle gömülür, diğeri tıpkı Doktor gibi gömütsüz bırakılır. Antigone’nin hikayesiyle Marquez’in anlatısı ne kadar baş başa gider bilinmez, ama eğer öyleyse, Köpoğlu Doktor’un hem kardeşi, hem amcasıdır. Çivilerin tabuta çaktığı lanetli gizem de budur.
Antigone’yi okuyunca bu bağın sadece hikayede sınırlı kalmadığı görülür. Antigone tragedyasının kurgu bakımından en belirgin özelliği, tıpkı Yaprak Fırtınası’nda olduğu gibi trajik karakter bakımından tek merkezli olmayışı. Marquez’in üç ayrı bakışla, okura hikayeyi çaprazlama inceleme fırsatı sunan anlatımı bu çok merkezli karakter anlatımını destekler niteliktedir.
Sophokles'in M.Ö 411’de yazdığı bir hikaye, 1955 yılında Marquez’in satırlarına taşınıyor. Kuşku yok, Marquez’in yazdığı hikayeler de başkalarının satırlarına taşındı, taşınacak. Olan şu, birileri tarihi hikayelerle örüp üstümüzü örtüyor. Geriye, edebiyat olmasa nasıl ısınırdık sorusu kalıyor.
Ve iyi ki yaşamış, yazmış Gabo’muz.
Çok az yazar İçin, tüm kitaplarını okumadan ölmek istemem, derim. Marquez onlardan. Benim de çokk eksik parçam var. 2023 sonuna kadar tam olmak niyetindeyim. Çok teşekkür ederim yorumun İçin Gönül❤️