Üzerlik otuna yüzerlik ya da aşkâr da derler. Sema Kaygusuz muhtemelen yöresel olarak "Yülerzik" şeklinde almış. Biz İç Anadolu'da daha ziyade yüzerlik deriz; eskiden köylerde her evde, boncuklarla, kumaşlarla süslenen tohumları nazarlık olarak asılırdı evin bir köşesine. Evde bir aksilik, bir hastalık, vs olunca hemen bir kaç tohum nazarlıktan koparılır, tütsü olarak yakılır, dumanı evde gezdirilirdi. Kırlardan topladığımız yüzerlik otunun tohumlarından nazarlık yapmak çok eğlenceli bir oyundu bizim için, annem dallarını ve köklerini yakar, külünü suyla karıştırıp çamur yaparak küçük toplar halinde kuruturdu. Buna aşkâr hamuru ya da yüzerlik hamuru derdik. Bizi ve çamaşırları yıkarken sıcak suyun içine bir top atıp eritirdi. Bu kırmızı renkli su hem çamaşırları hem saçlarımızı yumuşacık yapardı. Temizlik için değil, nazara karşı uğur olsun diye ve yumuşatıcı olarak kullanırdık. Kaygusuz bu hamurdan söz ediyor Aşkâr öyküsünde. Sandık Lekesi'nde Yülerzik ve Aşkâr'ı okurken çocukluğum geri gelir hep.
Yülerzik'te sağlam bir hikâye bulamadığınızı yazmışsınız, oysa bana göre bundan daha sağlam nasıl olabilir ki hikâye? Binlerce yıllık kadim bir geleneğin çocukluğuma uzanışı hikâyenin ta kendisi. Biz tam da o öyküdeki gibi toplardık yüzerlik otunu. Şimdi Alzheimer'la zihni silinen annem, doğup büyüdüğüm evin ıssız duvarları, betonla kaplanmış kırlar, giderek anacığımın zihni gibi silinip giden bir gelenek... Şimdiki çocuklar ne yüzerliği biliyor, ne o doğayı... Saçlarımızı ve çamaşırları kimyasallarla yumuşatıyoruz artık...İlle de bir olay örgüsüne gerek var mı?