Gönderi

"Hüsamettin Bey tombul parmaklarıyla, hırkasının kollarını kıvırdı; beyaz gömleğinin kirlenmiş kollukları ortaya çıktı. Onlar da kıvrılınca, uzun kollu yün fanilasının kol uçları göründü. Hüsamettin Albay, en üste de onları kıvırdı özenle; bileklerinin üzerinde bir şişkinlik meydana geldi: Gömlek - hırka- faniladan iki kirli bilezik. Gömleğin üst düğmesi de gevşetilince, üç kat kumaşın altından bir iki beyaz kıl çıktı ortaya. İçimi karartıyorsunuz albayım. (İnşallah kulağını kaşımaz.) Sabırsızlandı: Konuşacaksınız, biliyorum albayım. Albaya bakamadı. İnsanların işlerini bitirmelerini bekleyemiyorum. Eyvah! Elini çoraplarına götürüyor, çirkin bir yumru da orada belirecek. Gözlerini kapattı, olmadı: Çorap, yün don ve lastik arasında geçen karışık macerayı kafasında yaşadı, albaydan başka bir hayali gözlerinin önüne getiremedi. İnsanların, saçları döküldüğü halde vücutlarındaki kıllar neden artıyor? Gömleğin altından, bilekten fırlayan kıllar, neden parmakların uçlarına kadar saldırıyor? Burundan, kulaklardan kıllar neden fışkırıyor? Yüzde et benleri çıktığı gibi bir de bunların üstünde kıllar yetişiyor. Lekelerin sayısı artıyor, lekeler kıllarla yarışıyor. Sonra... Hüsamettin Albayım bir de saçlarını boyuyor. (Opis renkli sıvı ile.) Beyaz kılların arasını, kahverengi lekeler kaplıyor. Her gün tıraş oluyor. (Tıraş olurken yüzünü kesiyor, kesikler kabuk bağlıyor. Bütün bunlar kimin için?) Boynuna dar gelen gömleğinin üst düğmesini kaparken, gerdanının buruşukları, gömleğin içine sıkışıyor; boyun, katlanmış bir kağıt gibi kırışıyor. Ne olur konuşun albayım, dayanamıyorum."
Sayfa 72 - İletişim Yayınları, 13.baskı - 2002Kitabı okudu
·
57 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.