Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

400 syf.
1/10 puan verdi
·
10 günde okudu
Malutmatfuruş Yazar
Bunu Herkes Bilir
Bunu Herkes Bilir
kitabından sonra bu kitabını da bir hevesle beklediğim
Emrah Safa Gürkan
Emrah Safa Gürkan
'ın kafamda yer edinen tahtında yeller estirdi. Yazarımızın bir yaşayış tarzı, bir yol(sırat-ı müstakim'i) olan ve dogmatik olarak atfedilen İslâm dinini alışkanlıklar altında sunması ve eleştirmesini akla mantığa sığdıramadım. "Zaten kalbe sığmayan duygular akla sığınır."
Kuguduck
Kuguduck
Ama kalbimde de yer bulamadığım şu meseleyi biraz açalım: İslâm dini, insanlığın varoluş sürecinden bu yana hayatı düzenleyen kurallardan, bu kuralların sunulduğu kelâmullahtan(Kuran-ı Kerim) hâdislerden, peygamber efendimiz (s.a.v) in sünnetinin uygulana gelen bir inanış/adanış ve hakikatler nizamıdır. Kusmuk tadı bırakan yer ise şurası: Alışkanlık olarak sunulup, modern çağdayız ve İslâm dini de eğilip bükülerek şimdiye uyarlanmalı kafasıyla yazılan bu kitaptaki birçok düşünce, yazarın inanç kısmında, kendi değerler sistemini okuyuculara empoze etme amacı güdüyor. Evet, bir yazar ve araştırma inceleme türünde tarihçi olmanın verdiği cüretkâr tavırla kişisel eleştirilerini sunmuş. Bu doğal bir durum, kabul ediyorum da; bir insanın inanmadığı veya anlayamadığını bu kadar belli ettiği bir konuda nasıl olur da İslâm konusunda Allah'ın buyruklarıyla eleştirilerini yarıştırır? Nasıl olur da, bu kutsal ve değişmez kabul edilen değerlere bu derece pervasızca dil uzatabilir? Dikkat ediyorum da son dönem dizi-film, kitap vb. kültürel faaliyetlerin birçoğunda İslâmofobi bariz bir şekilde sergilenmekte! İnançsızlar veya başka bir dine inananlar bunu İslâm'a saldırarak ölçüsüzce gösterebiliyorken, inananların dinini yaşamasına neden engel olunuyor veyahut da çoğu zaman sınır konuluyor? Bu kitapta, şahsımca doğru bulduğum güzel yerleri paylaştım. Fakat bazı yerlerde yazarın dinimiz konusundaki üstünkörü örnek ve eleştirilerini görünce kitabın profilimde "şu anda okuyor" görünmesinden hâyâ ettim. Şimdi de kitapta dinimiz konusundaki manipüle edici örneklere geçelim: Oyunbozan bir pesimizmin pençesinde kıvranan bir tarihçiden terakki sarhoşu kitlelere ters köşe bir soru: Hakikaten çalışan kadınlar çocuklarını ihmal ediyor olamazlar mı? Modern zamanlarda olduğumuz için sözü tabii ki ilahiyatçılara değil, psikologlara bırakıyoruz.[ s. 203] (Yazarımız, ilahiyatçıları çağ dışı olarak manipüle ediyor.) Bir sonraki yüzyılın ikinci yarısında zincirlerinden boşanan feminist tepki, kadınların kamusal alanda etkinliğini artırmasına yol açtı açmasına ama "din insanı" demek zorunda kalacağımız günler henüz pek yakın görünmüyor. Kilise (ve daha da sert bir şekilde sinagog ve cami) binlerce yıllık direnişini başarıyla günümüze taşımayı başardı, ufak tefek tavizler vermek zorunda kalsa bile. Anglikan Kilisesi 1992'de dışarıdan gelen baskılara dayanamayıp kadınların papaz olmasına izin verince birçok üyesini Roma'ya kaybediverdi mesela. [s. 166] (Yazar, Emanuel Macron gibi kadın imam getirerek İslam'a ayar vereceğini sanıyor. Ayrıca örnek ayaklanma vererek ne kastettiğini sizlerin yorumuna bırakıyorum. İslâm da erkekler imam olabiliyor.) Özellikle hadis aktanımında Hz. Ayşe'nin başat rolüne rağmen ilerleyen yüzyıllarda kadınların İslam dini için önemli rol oynamamalarını başka türlü açıklamak da mümkün değil zaten.[s. 164] (Yazarımız suçluyu yanlış yerde arıyor. Eğer yanlış bir şeyler varsa bu kusurlu olması kaçınılmaz olan insanların, İslâm'ı uygulamadaki hatalarıdır. İslâm mükemmeldir. Çünkü her daim kişi, ruh, ve toplum, kâinat ... adına iyiye güzele yönlendirir.) Gene İslam dininin şu hep pesimist Hıristiyanlığın aksine, cinselliği özünde kötü bir şey olarak görmemesi ve bunun sonucunda bakireliği bir ibadet olarak değerlendirmemesi de belki neden neredeyse hiç kadın evliyamızın olmadığını açıklayabilir. Dinen rahibelere gerek olmayabilir ancak toplumların kadınları baş tacı etmek için bakirelere ihtiyacı var gibi görünüyor. Speküle etmeden duramadım![s. 155] (Sizler için hanım/bey-inizin kaç kişinin salyalarıyla yoğrulup kimin çocuğunu taşıdığı belki önemli olmayabilir. Ama inanın hem doğacak çocukların mağdur olmaması hem de kadının ilerde yalnız kalmaması ve maddi-manevi olarak iki cinsin de huzurlu olması buna bağlı. Hem toplum adına hem de ikilinin ruhsal iyiliği adına düşünün. Sırf modern olmak adına onun bunun metresi, her türlü hevesi yaşadığı ve aniden çöp gibi ortada bıraktığı sevgilisi, bilmem kaçıncı flörtü ya da afedersiniz fahişeden tek farkı tek gecelik ilişki denilerek gecelerce bir meta gibi cinsel oyuncak olarak kendimizi basite indirgeyemeyiz. Görüşünüzün tam tersi olan bu pencereden de bakmaya cesaret ederseniz bakireliğin ne kadar elzem bir durum olduğunu, belki anlamak isteyebilirsiniz.) Kadının kamusal alandan dışlanması sürecinin birçok kültürde değişik tezahürlerini görmek mümkün. Tüm dinlerin artık tamamen ev ve aile üzerinden tanımlanacak olan kadının "anne" işlevine dikkat çekmesi bir tesadüf değil. "Cennet anaların ayaklarının altındadır" hadis-i şerifinin de, Hıristiyanlığın Hz. Meryem özelinde ideal "anne"yi överken Hz. Havva üzerinden "baştan çıkarıcı" bir kadının toplum için tehlikesine dikkat çek- mesinin de mantığı bu. Ve bu dönemin üretim ilişkileri düşü nüldüğünde tahmin edilebilir bir sonuç aslında. Tarım toplumlarında kadının rolü artık yiyecek sağlamak değil, ailenin devamı için çocuk üretmek zira. [ s. 154.] (Bu tarz dili iyi kullanan insanlar, istedikleri görüşleri istedikleri yönde eğip bükerek haklı ve mantıklıymış gibi kolayca gösterebilirler. Cümleler de gördüğünüz gibi İslâm iyi ve güzel örneklere teşvik etmesine rağmen bu durum eleştirilerek olumsuz algı yaratılmış. Eğer tam tersi cümleler olsaydı, bu defa, "İslam, açıkça kadınları değersiz buluyor" denilerek eleştirirlerdi. Oysa batının araba reklamında bile vücudunu araba gibi bir mal olarak lanse ederek direksiyona oturttukları kadınlar hakkında, bir velvele ne yazık ki pek yok. Sadece araba reklamı değil bir dondurma, bir mobilya, ev, parfüm vs. akla gelebilecek çoğu yerde kadınların sergileniş ve kullanışları reklamı yapılan afedersiniz mal ile bir nevi aynı. Hatta bazen kadınlar o metadan da geri planda.) Paranın yaygınlaşmasının dikte ettiği bu onur kumarında başarılı olan zenginler hemen çizgiyi çekmeliydi. Kendi kızları ve kadınları bir meta olarak alınıp satılamazdı. Peki ama bunu tüm dünyaya nasıl ilan edeceklerdi? Onları eve kapatarak, dışarı çıktıklarında da örtünmelerini sağlayarak. Belki bugün bize saçma gelecek ama ilk kez Bronz Çağı'nın sonlarına doğru (MÖ 1200) karşımıza çıkan kadınların bu izolasyonunu, o günün mantığı içinde onları korumak için yapılmış bir şey olarak görmek gerek. Zaten bunun ilk gerçekleştiği Asur'daki yasalara göre, cezalandırılması gereken kafasını açan "iffetli" kadınlar değil, örtünüp "namuslu" gözükme derdine düşen "iffetsizler ve kölelerdi. İlki zaten pek olası bir durum da değildi; öyle ya, hangi aklı başında kadın örtüsüz dışarı çıkıp fahişe gibi dolaşmayı göze alırdı ki.[ s. 154] (Dikkat ederseniz yine bir Islâm değerine saldırı var. Şampuan, saç kremleri, besleyici yağlar, keratinli doğal sabunlar hatta keratin emdirilmiş saç fırçalarını düşününce kadınların saçlarına bu kadar bakım yaparak " erkekleri baştan çıkart"(slogan) düşüncesi de gerçekten akla gelmiyor değil. Parlaklığına, dokusuna, kokusuna, şekline bakılınca karşı tarafı tahrik eden çok örnek mevcut. Bu sadece saç ile ilgili bir durum. Tırnak bakımını, vücudun çıplak bırakılan diğer yerlerini, dekolte ve dar kıyafetleri bir düşünün. Ama nedense salaş, koyu renk ve başı örtülü kadınlar bir anda(sözde tarihle bağdaştırılarak) hâşâ namussuz oluveriyor. Sakın bileği ayrı, boynu ayrı ya da aşırı makyajla gezen sözde başörtülü, profillerden fotoğrafı düşmeyen sanal âlem müslümanlarıyla dediğim saliha, alnı açık ve dini bütün kadınları bir tutarak saldırmayın. Yazarın açık açık karalama kampanyası güttüğü ortada...) Bunun dışında sayfalarca işaretlediğim yerler var. Dilimizdeki yabancı kelimeler hakkındaki bölümler ve milliyetçiliği dilimizden ayrı düşündüğü abesiyetler de mevcut. Nankörlükle ilgili kısımda, her şeyi bir insanın yemeğini yemeye bağlayan yazarımız, fedakârlığı, ahde vefayı sanırım tanımıyor. Ya da tanımazdan geliyordur. İçkinin kişi sağlığına hatta toplumsal sağlığa zararlarını bildiğini düşündüğüm yazarın karşılık beklenerek yapılan içki ısmarlamayı dostluk ile bağdaştırmış. Ama bizde herkese karşılıksız ısmarlanan çayı, birlikte olmadan tadı çıkmayan kahvelerimizi ise yalnızlıkla bağdaştırması komik geldi. Oysa ben çayı ve kahveyi genellikle yalnızca kendime kalkıp hazırlamaktan üşenen biri olduğum için bile hep beraber içmeye tercih ederim ki, toplumumuzda da genellikle çoğu konuda hatta kız isteme gibi önemli bir merasimde dahi "kahve" içilir. Öncesinde bir buluşma yapılınca "çaya" çıkılır...) Dediğim gibi çok fazla değinilecek konu var ama daha fazla uzamasını istemedim. Yarın doğum günü olan ve galiba 42 yaşına basacak olan Esg(Emrah Safa Gürkan)'ın bu kitabı hakkındaki son sözlerimde şöyledir: "Bu yazdıkları kitap dışında bir şey olsaydı adına sigara derdim." Zararı yararından fazla... Tasvip etmediğimiz bir kitap. Varsın gerici yaftası yiyelim. Önden gidip yanlış yoldan yürümektense geriden gelip emin olduğumuz yolda çamurdan uzak adımlarız... vesselam
Ezbere Yaşayanlar - Vazgeçemediğimiz Alışkanlıklarımızın Kökenleri
Ezbere Yaşayanlar - Vazgeçemediğimiz Alışkanlıklarımızın KökenleriEmrah Safa Gürkan · Kronik Kitap · 20221,715 okunma
··
1.757 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.